Trabzon'da Santa Maria Kilisesi rahibi Andrea Sandro'nun bir "çocuk" tarafından silahla öldürülmesinin sarsıntıları dinmeden Samsun'da bir başka Katolik kilisesi rahibinin bir "ruh hastası"nın bıçaklı saldırısında yaralanması başımızı ağrıtacak.
Batı basını bunun işaretlerini vermeye başladı bile.
Örneğin olaya koca bir sayfa ayıran İtalyan "Corriere rella Sera" gazetesi, Türkiye'nin "Sudan'a benzemeye başladığını" yazdı. Fransız "Le Figaro" gazetesi Türkiye'de "Hıristiyan düşmanlığının yayıldığını" iddia etti. İsviçre gazetesi "24 Heures", 12 yıldır Samsun'da yaşayan rahip Pierre Brunissen epeydir hedef olduğunu öne sürdü: Sürekli tehdit telefonları alıyordu, Samsun medyası "Müslüman gençleri porno kasetleriyle zehirlediği" iddiasıyla ona karşı kampanya açmıştı.
Daha önemlisi, Trabzon cinayetinde ılımlı, yatıştırıcı bir yaklaşım sergileyen Papalığın ve Türkiye'deki temsilcilerinin bu kez çok sert tepki göstermeleri oldu: Anadolu Papalık Temsilcisi Piskopos Luigi Padovese "Son derece kaygılı olduğunu, Türk toplumunun bazı kesimlerinde fanatizmin tırmandığını, birilerinin ortamı zehirlemek istediğini, bunun için de Katolik rahipleri hedef seçtiğini" söyledi.
Vatikan hiyerarşisinin üst sıralarında yer alan Hıristiyanlar'ın Bütünlüğü Konseyi Başkanı Kardinal Walter Kasper de masaya yumruğunu indirdi: "Türkiye bu şekilde AB'ye giremez."
Vatikan'ın AB üyeliğimize karşı olduğu sır değil. Örneğin Türkiye'nin ilk kez ciddi olarak gündeme geldiği 2002'deki Kopenhag zirvesine "Karar verirken Avrupa'nın manevi ve kültürel köklerini unutmayın" çağrısı yaptı. Papa 2. Jean-Paul, Avrupa Anayasası'na Hıristiyanlık atıfı koydurmaya çalıştı, 8 Mayıs 2003'te kendisini ziyaret eden dönemin AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen'e Türkiye'yi Avrupa'dan uzak tutmaları telkininde bulundu.
Günümüzün Papa'sı 16. Benedictus da, Kardinal Joseph Ratzinger olarak görev yaptığı 2003-2004 yıllarında Türkiye'nin önünü kesmek için epey uğraştı: "Tarihi ve kültürel olarak Türkiye'nin Avrupa'yla paylaştığı çok az değeri var" dedi, bugün başta Almanya ve Avusturya olmak üzere bazı AB üyelerinin her fırsatta gündeme getirdikleri "Özel ortaklık" kavramını o ortaya attı. Hele sloganı unutulacak gibi değil: "Kadınların kardinalliğe seçilmesine hayır, rahiplerin evlenmesine hayır, eşcinselliğe hayır, komünizme hayır, AB'de Türkiye'ye hayır!"
Bir kez gölge düşerse...
Ancak Papalığın bu kampanyası bugüne kadar süreci etkilemedi. AB Komisyonu, "Türkiye, Vatikan'ın açıklamalarına göre değerlendirilmeyecek" diye kestirip attı.
Zaten 2004 Brüksel zirvesinde müzakerelerin açılması kararı verilmesinden sonra da Papa kişisel olarak Türkiye'nin üyeliğine karşı olmakla birlikte Vatikan'ın resmi olarak bu konuda "nötr " bir tutum izleyeceğini bildirerek pes etti.
Vatikan'ın tezlerinin bugüne kadar kabul görmemesinin ve salvolarının kolay atlatılmasının nedeni, İslam karşıtlığı üstüne kurulu olmasıydı. Ancak şimdi işin rengi değişiyor: "Türkiye'de Hıristiyan düşmanlığının sürekli tırmandığı" havası pompalanıyor ki, hem altından kalkması zor, hem de tehlikeli.
Zor çünkü, bu gerekçenin Vatikan'a yakın AB liderlerini etkilememesi imkansız.
Tehlikeli, çünkü Türk halkının Avrupa kamuoyunda giderek daha da fanatikleşen, farklı inançlara tahammül edemeyen ve bağrında barındırmayan bir toplum olarak görülmesinin tohumlarını ekiyor. Asıl canımızı sıkan da bu.