Fransa Cumhurbaşkanı Chirac'ın 2005 Temmuz'unda Kaliningrad'da Rusya Başkanı Putin ve Almanya Başbakanı Schröder'le sohbette devirdiği çamı anımsıyor musunuz?
Yıldızının barışmadığı İngiltere Başbakanı Blair'i çekiştirirken, "Finlandiya'dan sonra en kötü mutfağa sahip insanlara güvenilemez" demişti.
İşte o Finlandiya yarın AB dönem başkanlığını Avusturya'dan devralıyor. Ayrıca Chirac'tan rövanşı almaya da hazırlanıyor: AB kurumlarına dağıttığı ilk genelge "Finlandiya beslenme kültürü"yle ilgili oldu. 6 ay boyunca 20 kentte düzenleyeceği 130'u aşkın toplantıya katılacak AB temsilcileri ve görevlileri ile bu toplantıları izleyecek 4 binden fazla medya mensubuna, ince bir mizah anlayışıyla, "Yemeklerimize alışmalısınız" tavsiyesinde bulundu.
Yani her öğünde süt içilecek. Haşlanmış patates, karnıbahar ve kaşar peyniri masadan eksik olmayacak. Sıcaklarda ren geyiği bifteği ile kutup tavuğu kızartması arasında tercih yapılacak. Deniz ürünleri isteyenlere Finlandiya somonu veya iste kurutulmuş ringa balığı önerilecek.
Chirac'ın Helsinki'de yapılacak zirvede halini doğrusu çok merak ediyoruz.
Müzakereler durdurulur mu?
Ama bir yandan da o zirveye kadar geçecek sürede Türkiye'nin göğüslemek zorunda kalacağı dozu gitgide yükselecek Finlandiya baskılarını düşündükçe, içimizin sıkılmasına da engel olamıyoruz. Zaten salvolar başladı bile:
Önce AB Daimi Temsilcisi Eikka Kosonen, "Trenin kaza yapması değil, yolunda ilerlemesi için çalışacağız. Türkiye, Kıbrıs'ta yükümlülüklerini yerine getirirse sorun çıkmaz " dedi.
Ardından Cumhurbaşkanı Tarja Halonen, " Türkiye'nin AB'nin tüm üyelerini tanıması gerektiği çok açık " diye konuştu.
Onu Başbakan Matti Vanhanen izledi: " Türkiye'nin yolunda aşılamayan Kıbrıs engeli var. "
Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja noktaladı: " AB, Türkiye'den limanlarını açmasını bekliyor. Aksi takdirde bazı sonuçları olacak. "
Bunlara yine Finli olan AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in her demecinde biraz daha sertleşen uyarılarını ekleyin...
Peki, Türkiye'yi giderek sıkıştıran limanlar krizi nasıl sonuçlanır? Bizce üç yol var:
Ehven-i şer senaryo : Bazı müzakere başlıklarının açılmaması. Zaten ilk adım atıldı, Gümrük Birliği başlığıyla ilgili müzakereler askıya alındı. İç pazar ve ulaşım başlıklarında da benzer karar beklenebilir.
Felaket senaryosu : AB'nin yıl sonunda Türkiye ile müzakereleri tümüyle askıya alması.
İyi senaryo : Yıl bitmeden Kuzey Kıbrıs'ın tecridini hafifletecek bir çözüm karşılığı Türkiye'nin limanları açması.
Bir an en kötü senaryoyla karşı karşıya kalındığını varsayalım. AB gerçekten yıl sonunda müzakereleri durdurabilir mi? İmkansız denecek kadar zor.
Böyle bir karar için 25 üyenin oybirliği gerekiyor. Oysa AB'de Türkiye yanlıları çoğunlukta: İngiltere, İsveç, Finlandiya, Belçika, İtalya, yeni katılan 10'ların 9'u. Hatta nihai tahlilde Fransa ve Almanya'nın da durdurma önerisine parmak kaldırmayı göze alamayacakları da biliniyor.
İkinci gerekçemiz, Helsinki'ye duyduğumuz güven : Yine Finlandiya'nın dönem başkanlığında, 10-11 Aralık 1999'daki Helsinki zirvesinde Türkiye'ye adaylık statüsü tanınırken, "Kıbrıs'ın önşart olmadığı" güvencesi verilmişti. Hem de zamanın Finlandiya Başbakanı Paavo Lipponen'in imzaladığı belgeyle. Finliler'in sözlerinden dönmeleri mümkün değil.
Çünkü bir atasözleri der ki, "İnsan sözüne, boğa boynuzuna göre seçilir..."