Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül'ün dün AB süreci için güvence verme çabaları, kamuoyunda ve Avrupa'da giderek yayılan "Ankara'nın AB hevesi zayıfladı" kanısının yaratabileceği siyasal, sosyal ve ekonomik tahribatın ciddiyetini kavradıklarını gösteriyor.
Erdoğan "AB katılım sürecimiz ilk günkü kararlılıkla devam ediyor, bundan kimsenin endişesi olmasın" dedi.
Dışişleri Bakanı Gül ise "9'uncu reform paketinin ve müktesebatla ilgili reformların süratle tamamlanacağını" açıkladı. Dahası "Türkiye'nin süreci hızlandırmasının çok önemli olduğunu" vurgulayıp, "Yoksa yine eski yıllarda olduğu gibi biz vaktimizi geçirirsek, bu tren de istasyonda durur. O zaman bizi istayonda indirirler" diye ekledi.
Gül'ün bu cümleleri, Türkiye'nin AB sürecinde bir gününü bile boşa geçirmeye tahammülü olmadığı anlamına geliyor. İyi ama sevgili Bakanımız 12 Nisan'da "9'uncu Reform Paketi"ni açıklarken de benzer ifadeler kullanmamış mıydı?
Aradan 55 gün geçti. Neredeyse 8 hafta. Bu son derece değerli zaman diliminde AB yolunda hangi girişim ya da hamle başlatıldı?
Dileriz, 12 Haziran'da Lüksemburg'ta yapılacak Türkiye-AB Ortaklık Konseyi ve Hükümetlerarası Konferans toplantılarına bir hafta kala Erdoğan ile Gül'ün açıklamaları, Brüksel'in o randevular için hazırladığı "Ortak Tutum Belgesi"ndeki eleştirilerin dozunu azaltır.
Zira 19 sayfalık taslak bu haliyle hiç de iç açıcı değil. Reformların yavaşladığı sitemiyle başlıyor, asker-sivil ilişkilerinden adalet sistemine, işkence ve kötü muameleden ifade özgürlüğüne, Kürtçe yayından dini özgürlüklere, kadın haklarından sendikal haklara, Aleviler'in sorunlarından yargı mensuplarının eğitimine kadar saymakla bitmeyen alanda acil düzenleme beklentisiyle devam ediyor. Tabii Gümrük Birliği Ek Protokolu'nun uygulanmamasının ve Rum gemilerine limanların açılmamasının müzakereleri olumsuz etkileyeceği de önemle hatırlatılıyor.
Kasıma kadar her gün sınav
O kadarla kalsa neyse. Biz bu eleştirileri "sindirmeye" çalışırken (böylece hazmetme kapasitemizi test etmiş olacağız), hemen üç gün sonra, 15-16 Haziran'da Brüksel'de yapılacak AB liderler zirvesi sonuç bildirgesiyle ikinci bombardıman başlayacak. Onda da Türkiye'den üç okkalı paragrafla söz ediliyor. Yine yüksek dozda "malum" uyarılarla: "Reform sürecini hızlandırın ve derinleştirin, Ek Protokol'u bu yıl sonuna kadar uygulamaya koyun." Bu çağrıların gereği yapılmazsa, "Kopenhag Kriterleri'ne uyum ve reform sürecinin geri dönülmezliği" konusunda kuşkuların yoğunlaşacağı vurgusu da ihmal edilmiyor.
Haydi bu ikinci salvodan da hafif hasarla kurtulduk diyelim. Ama yaz aylarında kapsamlı bir reform dalgası başlatılmazsa, sonbaharda yayınlanacak Türkiye İlerleme Raporu'ndaki yoğun bombardımanı atlatmamız çok güç olacak.
AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn ve yardımcıları şu sıralar rapora son bir yılda kaydedilen olumlu gelişme olarak neler koyabilecekleri telaşına, hatta kaygısına düştüler.
Pek de haksız değiller. Geçen yılın İlerleme Raporu'nda siyasal ve ekonomik kriterlere uyumda 123 eksiklik sayılmıştı. Listeyi önümüze koyduk, bu 123 maddenin kaçında ilerleme ve düzelme sağlandığını belirlemeye çalıştık. O kadar ama o kadar az ki... Umudumuz kırıldı.
Bize hükümetten sivil topluma kadar tüm kesimleri saracak yeni bir heyecan gerekiyor. Yoksa işler kötü. Hatta başımız belada.
Erdoğan ve Gül'ün dün verdikleri güvenceleri bu heyecanın ilk kıvılcımı olarak görmek istiyoruz...