İki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi, en azından kötüleşmemesi için iki tarafta da üç unsurun görüşbirliği içinde olması gerekir:
Hükümetler (hatta muhalefetleri de katarak siyasetçi sınıfı demek daha doğru olur), askerler ve halklar. Bu üç unsura ek olarak iki ülkenin medyaları da sayılabilir.
Ege'nin iki yakasında da bu unsurlar güçlü olarak var. Ama buna rağmen bir balıkçı teknesinin ıssız bir kaya parçasına, Kardak'a yaklaşması, Batı basınının kullandığı ifadeyle, hemen "mini kriz" yaratmaya yetiyor. İki gündür -kimbilir kaçıncı kez- görüldüğü gibi.
Bu dönemde savaş uçaklarının, hücumbotların, sahil muhafaza botlarının karşı karşıya gelmesi, iki ülkenin, ama özellikle Türkiye'nin en son isteyeceği şey olmalı.
İşte Kuşadası esnafı kan ağlıyor. Otellerde doluluk oranı yüzde 30'un altında. Turist neredeyse parmakla sayılacak kadar azaldı. Bodrum ve Marmaris'teki durum da pek farklı değil. Yunan basınındaki haberlere bakılırsa, adalar da öyle. Geçen yılın altında kalacağı kesinleşen turistleri daha da caydırmak için ek gerekçeler yaratmanın ne alemi var?
Türk-Yunan dostluğu bu kadar mı pamuk ipliğine bağlı?
Kardak, uzun Türk-Yunan sorunları listesine, biliyorsunuz 1995 sonunda eklendi. 25 Aralık 1995 gecesi "Figen Akad" adlı bir Türk yük gemisinin, in-cin top atan o kayalıklarda karaya oturmasıyla. Bir Yunan kurtarma gemisinin yardımıyla Figen Akad sessiz sedasız Güllük limanına çekildi ama birden akıllara "Bu kayacık kimin" sorusu geliverdi. Karşılıklı hak iddiaları, önce bayrak dikme yarışıyla, ardından da askerlerin çıkarmalarıyla Türkiye ve Yunanistan'ı savaşın tam anlamıyla eşiğine getirdi. ABD'nin yoğun çabaları olmasaydı, belki de savaşılacaktı.
Kardak o gün bu gündür, Ege klasiği. Bir balıkçı teknesi oralarda avlanmaya görsün. Hemen iki tarafın sahil güvenlik gemileri son hızla bölgeye koşup karşılıklı mevzi tutuyorlar. Dahası çoğu kez balıkçı teknesi uzaklaştıktan sonra hücumbotlar arasında "Önce sen terk edeceksin", "Hayır sen ayrılmadan gitmem" tartışmaları yaşanıyor.
Bu işin çözümü yok mu?
Oysa 25 Aralık 1995'e kadar kimbilir kaç yıl boyunca iki taraftan kaç bin balıkçı teknesi Kardak yakınlarında ağ saldı, kimsenin derdi olmadı.
Dahası, Ege'de Kardak gibi adını bile duymadığımız (birkaçını sayalım: Nergiscik, Bulamaç, Keçi, Kızkardeşler, Safran, Kandilli) tam 155 ıssız adacık veya kayalık var. 154'ünün çevresinde balıkçılar cirit atıyor, yine kimsenin umuru olmuyor.
Peki, neden Kardak? Çünkü orası artık kutsal bir simge. İki taraf için de. Neyin simgesi? Kimi uzmanlara göre, mülkiyeti ihtilaflı adacıklar ın. Kimilerine göre, mülkiyeti belirsiz kayalıklar ın. Kimilerine göre ise, egemenlik devri yapılmamış, yani ne Lozan'da, ne daha önce Oniki Adalar'ı Yunanistan'a veren anlaşmalarda sözü edilmemiş, haritada yeri bile olmayan avuç içi kadar toprak parçalarının.
Bizi en çok şaşırtan, onca yıldır süregelen istikşafi görüşmelerde, bu konuda bile uzlaşmaya varılamaması. Kardak'ın içinden çıkamayanlar, karasuları, hava sahası, kıta sahanlığı gibi derin ve tehlikeli sorunlara nasıl çözüm üretebilecekler ki? Oysa -yine uzmanlara göre- hiçbir stratejik ve ekonomik değeri olmayan bu kayacıkları gündemden çıkarmak zor değil. Örneğin, "Ne senin ne benim" formülünde birleşilebilir. Örneğin "Ortak egemenlik alanı" ilan edilebilir.
Egeliler ve adalılar sabırsızlıkla böyle bir müjde bekliyorlar. Tabii en başta da balıkçılar...