Türk sendikacılık hareketi, grevli toplu sözleşme hakkının yasalara girdiği 24 Temmuz 1963'ten bu yana en sakin dönemini yaşıyor.
Ancak hükümetin işçi kesiminde hüküm süren barış ve uzlaşma havasının değerini pek bilmediği gözleniyor.
Bilse, "Piyasa ekonomisini reddedenlerle yollarımız ayrıdır" diyecek kadar "light" çizgiye gelen, o nedenle adındaki ilk sözcüğü "Liberal" olarak değiştirmesi önerilen DİSK'in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) sabır taşını çatlatır mıydı?
Dua etsin 1960'ların, 70'lerin bir işaretle yüzbinleri sokağa döken DİSK'i yok karşısında. Genel Başkan Süleyman Çelebi ve arkadaşları tepkilerini, içtenlikle inandıkları uzlaşma anlayışına uygun biçimde ortaya koydular: Diyalog mekanizmalarından ayrıldılar. Kararları özetle şöyle:
*DİSK bugün Paris'te başlayacak olan ILO (BM'ye bağlı Uluslararası Çalışma Örgütü) yıllık konferansına katılmayacak.
*Ekonomik ve Sosyal Konsey'deki üyeliğini askıya alacak.
*İki yıldır eş başkanlığını üstlendiği Türkiye-AB Karma İstişare Konseyi çalışmalarından çekilecek.
"Konu mankeni olmak istemiyoruz" diyen DİSK bir dizi gerekçe sıraladı: "12 Eylül döneminde çıkarılan yasalarla yönetilen çalışma hayatının ILO ve Avrupa Sosyal Şartı normlarına uygun duruma getirilmesi talepleri cevapsız bırakılıyor. Yasa değişikliği taslakları özgür bir sendikal yaşam amaçlamıyor. Sendikalaşma hakkı kullanılamıyor."
Katılmamak mümkün değil. Çünkü AB'nin 1998'den bu yana yayınladığı tüm Türkiye İlerleme Raporları'nda bunlar tek tek sayıldı. Buyurun size 2005 raporunda belirtilen eksiklikler:
"Sendikaların örgütlenme ve grev dahil toplu sözleşme haklarının önemli ölçüde kısıtlanması. ILO standartlarına göre geri kalınması. Kamu Görevlileri Sendikası Yasası ve ilgili Başbakanlık genelgesinin, kamu memurlarının sendikalaşma hakkı konusunda yetersiz olması. Avrupa Sosyal Şartı'nın 5'inci (örgütlenme hakkı) ve 6'ncı (grev dahil toplu sözleşme hakkı) maddelerinin kabul edilmemesi."
Somut sorular, soyut cevaplar
Dahası 20-22 Mart'ta Brüksel'de yapılan "Sosyal politika ve istihdam" başlığıyla ilgili tarama toplantısında AB Komisyonu heyetimizi epey sıkıştırdı: "Sendikalar taslağı ne zaman yasalaşacak?", "Sendikaların işyerinde yüzde 50, işkolunda yüzde 10 olan barajları indirilecek mi?", "Sendikaya üyelikte noter şartı kaldırılacak mı?", "Grev hakkını kolaylaştırmak için ne planlıyorsunuz? Güvenlik nedeniyle iki aylık grev ertelemelerine son verecek misiniz?", "Ekonomik ve Sosyal Konsey'le ilgili yeni yasa ne zaman çıkacak?"
Somut sorulara verilen yanıtlara bakın: "Teknik incelemeler sürüyor. Taraflarla görüşüyoruz. Taslaklar kesinleşmedi, bilgi veremiyoruz. Düşünüyoruz, değerlendiriyoruz..."
Zaten AB'ye uyum için çıkarılan 9 reform paketinde ve Anayasa değişikliklerinde sosyal politikaların hemen hiç yer almaması da Ankara'nın bu konuyu yeterince önemsemediğini gösteriyor.
Ya da sendikacıların ifadesiyle, bireysel hakların genişletilmesi için çaba harcanırken, toplu haklara soğuk yaklaşıldığını ortaya koyuyor.
Ama çok hatalı ve başımızı ağrıtması kaçınılmaz bir yaklaşım bu.
Çünkü AB, sendikalaşma özgürlüğünü, toplu sözleşme ve grev hakkını "Siyasi kriter" kabul ediyor. Yani, Kopenhag Kriterleri'nin ayrılmaz parçası sayıyor.
Türkiye, çalışma hayatında ILO standartlarını yakalamadıkça, Kopenhag Kriterleri'ni yerine getirdiğini iddia edemez. Hükümet, DİSK'in tepkisini önemsemeli.