Gerek siyasal terminolojide, gerekse felsefede onlar için birbirine yakın epey kavram üretildi.
Örneğin "Oportünist". Günlük ve geçici çıkarlar için her türlü araçtan yararlanmaktan kaçınmayanlar, tersine bunu marifet sayanlar için kullanılıyor.
"Pragmatik" de aşağıyukarı ona yakın. Sonuçta elde edeceği yarar için her türlü ödünü verenleri ifade ediyor.
Üçüncüsü "Kariyerist". O da mesleki başarıyı her türlü ilkenin önüne alanları tarif ediyor.
Merkez Bankası'nın yeni patronu Erdem Başçı'nın eşi Sıdıka Başçı'nın neredeyse 40'ında örtünmesi tüm bu kavramlara uyuyor. Özellikle de sonuncusuna.
Çünkü birdenbire hidayete ermesinde inançtan çok çevreye uyumun ağır bastığı ortada. Eşi çocukluktan arkadaşı olan Devlet Bakanı Ali Babacan'dan etkilense, evlenirlerken "örtünmesi" koşulunu dayatabilirdi. Evlendikten sonra ailece dost oldukları Zeynep Babacan'ın etkisi altında kalsa, özel sektörde çalıştığı dönemde türban takardı. Ne zaman "kapandı" Sıdıka Başçı? Erdem Başçı'nın bir rivayete göre Babacan'ın danışmanlığına getirilmesinden sonra, bir iddiaya göre ise Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı'na atanmasının arefesinde.
Eşsiz davetliler kulübü
Özel yaşamla ilgili konu olduğu için Sıdıka Hanım'ın türbanıyla ilgili daha fazla söz söyleme hakkını kendimizde görmüyoruz. Ancak bu konunun kamusal alanda yarattığı sıkıntılara bir yenisi daha eklenmiş oldu: Cumhurbaşkanı'nın 29 Ekim, Genelkurmay Başkanı'nın 30 Ağustos resepsiyonlarına eşsiz çağrılacaklar listesine artık Merkez Bankası Başkanı da adını yazdıracak.
Farkında mısınız bilmiyoruz ama o liste her yıl daha da uzuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) iktidar çevrelerinde kıyameti koparan kararına nazire yaparcasına:
"Kadın türban takmakla, erkek karşısında ikinci plana düşmektedir. Türbanlı kadın, kendisini cinsel bir varlık olarak görmekte, erkekten türbanla korunacağını düşünmekte, bu da kadın-erkek eşitliğini bozmaktadır." (Dahlap Davası kararı)
"Türban siyasi İslam'ın sembolüdür. Bu giysiyi takmak toplumda bölünmelere yol açabilir. Öncelik dinin değil, devletin kurallarıdır. Başörtüsü dini gösteriye dönüştürülmüştür. Aşırı siyasi hareketlerin varlığını, bu hareketlerin dini sembollere ve dini kurallara dayalı toplum isteğini ortaya çıkartmaktadır. Toplum ortak değerlerine göre modernize olmalı, çağdaş toplumla bağdaşmayan kıyafetlere dikkat edilmelidir. Başörtüsü takılması Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkeleri ile bağdaşmamaktadır." (Leyla Şahin davası)
Bu son kararla "AİHM'nin türban tartışmalarına son noktayı koyduğu" yorumlarına Başbakan Erdoğan'ın tepkisini anımsıyor musunuz? Şöyle demişti: "Kimse türbana son noktayı koyamaz. Bu konuda toplumsal mutabakat var. Biz şimdi kurumsal mutabakat arıyoruz."
Kurumsal mutabakatın çözümü, tüm kurumların türbanlılaştırılmasında mı aranıyor bilmiyoruz ama bir gerçekle karşı karşıyayız:
Bir an için sadece Bakanlar Kurulu üyeleri, iktidar partisi milletvekilleri ve üst düzey bürokratlar için eşli bir resepsiyon düzenlendiğini varsayın ve karşılaşacağınız tabloyu gözünüzün önüne getirin.
Bir de beş yıl önce benzer bir resepsiyon düzenlense nasıl bir tablo oluşacağını düşünün.
Türkiye'nin kadını özgürleşmede son 3.5 yılda kaydettiği gelişmeyi, bu iki hayali resepsiyon arasındaki fark özetliyor.
Peki ama insanı kulluktan özgür bireye dönüştürmek iddiasıyla yola çıkan cumhuriyeti kuran iradenin aradığı "denge" bu muydu?