ABD'nin eski üst düzey yetkililerinden oluşan "Uluslararası Kriz Grubu"nun yayınladığı bildiri kıyamet senaryosu gibi:
"Irak'ın iç savaş uçurumuna yuvarlanmaması için çok az zaman kaldı. Camilere ve kutsal yerlere saldırılar, ülkenin tam yıkımın eşiğine geldiğini gösteriyor. İç savaş çıkarsa Irak parçalanır ve tüm bölgeyi istikrarsızlığa sürükler."
Başbakan Erdoğan ile Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu da dün benzer uyarılarda bulundular:
"Mezhep çatışmasının alevleri yerinde söndürülemezse bundan istisnasız herkes zarar görecek." (Erdoğan)
"Şii-Sünni çatışması durdurulamazsa, bölgede asırlar sürecek kin ve nefret tohumları atılmış olacak." (Bardakoğlu)
Ortadoğu bir yana İslam dünyasında bugüne kadar eşi görülmemiş bu korkunç yıkımın önlenmesinde elbette Türkiye'ye çok ama çok önemli görevler düşüyor.
Yüzyıllarca yönettiği topraklarda tarihi sorumluluğu olduğu için. Bölgenin tek demokratik ve laik cumhuriyeti olduğu için. Ve nihayet Irak'taki -koalisyon güçleri dahil- tüm tarafları etkileme gücüne sahip bulunduğu için.
Ankara'nın dün Şii Başbakan Caferi'yi ağırlamasını, belirttiğimiz misyonunun gereği görüyoruz. Tıpkı geçen Aralık'taki seçimlere Sünni partilerin girmesini sağlamakta yararlı olan çabaları gibi.
El-Sadr'ın ziyareti
Caferi'yi yakın zamanda gerçekleşeceğini tahmin ettiğimiz, Şii topluluğun son dönemde en sağduyulu dini lideri olarak dikkatleri çeken Mukteda El-Sadr'ın ziyareti izleyecek.
Sadr radikal ve Amerikan karşıtı ama Irak milliyetçisi. Mezhep çatışmalarında sergilediği tutum (Şii-Sünni tüm Iraklılar'ı Bağdat'ta birlik gösterisine çağırdı) onu Irak'ın birliği için kilit adam konumuna getirdi.
Sadr'a göre, Irak'taki tüm kötülüklerin anası, federal sistem öngören anayasa. O sistemin benimsenmesinde Şiiler'in bir numaralı dini lideri Ayetullah Sistani'nin büyük etkisi oldu. Sistani güneydeki Şii bölgesinin de kuzeydeki Kürt bölgesi gibi Bağdat'a gevşek bağlarla bağlı, yarı bağımsız statüye kavuşmasını istediği için federalizmde diretti. Çünkü o, mezhep, cemaat ve etnik köken temelinde yapılandırılmış bir Irak istiyordu, Bu da, Sünniler için ülkenin ortasında çorak ve yeraltı zenginliği olmayan daracık bir bölgeye hapsedilmek anlamına geliyordu. Sünni direnişin güçlenmesinin ve şiddetlenmesinin temelinde bu gerçek yatıyor.
Ankara ne yapabilir?
Sadr'ın cemaat, mezhep ve ırka dayalı modeli reddeden yaklaşımı Irak için son şans oluşturuyor. Türkiye de bu şansın kullanılmasını sağlamak için elinden gelen herşeyi yapmalı.
Sünniler'in önemlerine uygun ağırlıkta yer alacakları bir milli birlik hükümeti kurulması için tüm gruplar üstünde ağırlığını koymalı.
Mezhep çatışmalarının savaşa dönüşmemesi için, dahası İslam dünyasının birliğini göstermek amacıyla gerekirse İslam Konferansı Örgütü'nün (İKÖ) olağanüstü toplanmasına öncülük etmeli.
Hatta İKÖ, Arap Birliği, BM, AB, NATO, Rusya, ABD'yi biraraya getirmeyi bile düşünmeli. Gerekirse Türkiye'de. Bu toplantıda Irak'taki ABD-İngiliz güçlerinin çekilme takviminin belirlenmesinin yolunu açmalı. Bu, kamuoyu desteği dibe vurmuş ve şapkasındaki tüm tavşanları tüketmiş Başkan Bush'a da tarihi bir fırsat, bir çıkış kapısı olabilir.
Irak'taki yangının söndürülmesinde Türkiye itfaiyeci olabilir, olmalı.