Anlaşıldı; 28 Mart seçimlerine AK Parti fark yapmak iddiasıyla, CHP ise farkı göze almış olmanın tevekkülüyle gidiyor.
Bu yargıyı AK Parti'nin dün son isimleri açıklanan, CHP'nin ise kulislere sızan büyükşehir adaylarına göre yapıyoruz..
AK Parti Ankara'da Melih Gökçek, Adana'da da Aytaç Durak'ı tercih ederek, büyükşehirlerin çoğunluğunu ele geçirme hedefinin diğer ölçü ya da kriterlerden daha önemli olduğunu ilan etti.
Çünkü Gökçek de, Durak da dünyaya belediye başkanlığı yapmak için gelmiş olduklarına inanan ve düştükleri yerden bir avuç toprakla (yoksa altınla mı) kalkan iki ballı siyasimiz.
Çünkü ikisi de üyesi bile olmadıkları AK Parti'nin kendilerine gümüş tepside adaylık sunmasını kotaracak kadar cila ustası...
Gökçek'in gizli silahı
ANAP kökenli Gökçek, kuruluşunda giriştiği liderlik mücadelesini yitirmenin verdiği buruklukla AK Parti'den uzak durmuş, sözde Erdoğan'a nispet ya da misilleme için tabelasından başka hiçbir şeyi olmayan Demokrat Parti'nin liderliğini üstlenmiş, "Amaç için her türlü araç meşrudur" pragmatizminin en başarılı örneklerinden biri. Yatıp kalksın Murat Karayalçın'a dua etsin. 1999'da olduğu gibi bu kez de adaylığını onun -isim olarak- gücüne ya da tehdidine borçlu. Bu da bir yetenek.
Yine ANAP kökenli Durak'a gelince; durumu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'ya o kadar benziyor(du) ki... O da son ana kadar AK Parti'den ciddi bir mesaj almadı, vazgeçilmez olduğu havalarıyla Adana'da halka su faturalarına iliştirilmiş "Hangi partiden aday olmamı istersiniz" anket formları gönderdi. Bir ara CHP ile flört etti, iyi koku alan burnu bu tercihin hayırlı sonuçlar getirmediğini fısıldayınca kardeşinin partisi DYP'ye yöneldi... Anketinden ne sonuç çıktı bilmeyiz ama AK Parti'den parsayı toplamayı başardı. Ona da helal olsun.
Kabak bu pragmatik ya da oportünistlerin üçüncü halkası Gürtuna'nın başında patladı. Çünkü AK Parti, İstanbul'da öylesine güçlü, sonuç o kadar çantada keklik ki, vefa, siyasal etik gibi temiz toplum kriterleri kolayca öne geçebildi. Buna da şükür. Hemen belirtelim; Kadir Topbaş, Beyoğlu'nda Türkiye'nin "Medeniyetler Çatışması" tezinin iğretiliğini göğsünü gere gere kanıtlamasını sağlayacak yığınla icraata imza attı.
CHP, Ankara ve İstanbul
Sıra geldi CHP'ye. İstanbul'a Kocaeli Milletvekili Sefa Sirmen'in, Ankara'ya da Meclis Başkanvekili Yılmaz Ateş'in aday atandığı doğruysa, söyleyeceğimiz tek şey var: Vah ki vah...
Öyle ya; 1980 öncesi dönemde İstanbul'a Ahmet İsvan, Aytekin Kotil, efsanevi Haşim İşcan gibi belediye başkanları armağan etmiş CHP, şimdi bu megakentte yaşayan 12 milyon kişi arasında aday bile bulamıyorsa, ne diyebiliriz ki?
Ya Ankara? Baykal kusura bakmasın ama başkentte "Partimin dışındaki sol yerine bir sağcının başkan olmasını tercih ederim" mantığıyla bedeli ağır olabilecek bir "gemileri yakma" kararı aldı. Tıpkı Ecevit gibi. O da 1994 ve 1999 seçimlerinde "Ya benden ya sağdan" diyecek kadar öfkesinin tutsağı olmuştu. Ve örneğin 1999'da Karayalçın başkent seçmenlerinin yüzde 1'ine bile ulaşmayan 30 bin kadar oyla seçimi yitirmişti.
"İntikam peşinde koşan iki mezar hazırlasın" diyen Çin atasözünü bilmiyor olabilir Baykal ama bu onun 28 Mart'tan sonra -siyaseten- mezara düşmesini önler mi; göreceğiz.
Büyükşehirlerden sadece İzmir -belki bir de Kocaeli ile Antalya- ve birkaç il merkezini kazanmak, CHP tabanını ve kamuoyunu tatmine yetecek mi; 40 gün sonra anlayacağız.
Hele Ankara'da bir zamanlar çok eleştirdiği "bir bölen" konumuna düşerse, sol kitle yine birkaç bin oyla yitirirse, seyredin siz gümbürtüyü...