Derler ya, koyun can derdinde, kasap et derdinde. Gazze'de, Suriye'de, Irak'ta, Afganistan'da kan gövdeyi götürür, Avrupa can havliyle debelenirken, ellerine dünyanın gidişini etkileyecek güç verilmiş kimi adamlar kendi tutkularının peşine düşmüş görünüyorlar. Dertleri koyun eti değil, kadın eti.
Çarşaflara dolanan, yüze göze bulaştırdıkları cinsel saplantılarla Dallas dizisinin senaryo karmaşasını sollayan üç Amerikan generalinden söz ediyorum.
Yeni moda değil. İkinci Dünya Savaşının müttefik ordular komutanı, Amerika Cumhurbaşkanı Eisenhower'in şoförlüğünü yapan kadın askerle yaşadığı densizlik açığa çıkınca şok oldu.
Askerlere özgü bir ayıp da değil. Amerika'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın, İtalya'nın -ve evet, Türkiye'nin- çok yakın geçmişinde sivil ricale ilişkin benzer skandal örnekleri var.
Yanlış anlaşılmasın. Bu konularda ayıplayıcı tavır takınmanın bana düşmeyeceğini bilirim. Sadakatsizliği değil, akılsızlık ve beceriksizliği eleştiriyorum.
Testosteron baskısı kurallara boş vermeyi kaçınılmaz kılan noktaya varmışsa sorunu sekreterle, şoförle, biyografi yazarıyla çözmeye kalkmak bağışlanmaz bir kolaycılık ve acınası bir âcizlik belirtisidir. Kaçamak harekâtında ilk kural gizlilik iken, on binlerce flört mesajı yazmak gibi derbederliklere kargalar güler.
Azami özen gerektiren konumlarda, sürekli projektörler altında yaşayan görevlilerin şapşallıkları akla "Dünyayı böyle adamlar mı yönetmekte?" sorusunu getiriyor.