Yetmiş küsur genci takır takır vurup öldürmüş insan kılıklı hayvanı bile duruşma salonuna sokup çıkarırken ensesine şaplak, kıçına tekme atmıyorlar. Çünkü öyle yapmak onun düzeyine inip hayvanlaşmak olur.
Uygarlık çerçevesinde her şeyin ölçüsü vardır. Ölçü dengelerini estetik alanında doruğa çıkararak güzellik yaratmak ise sanatın işidir. Yazık ki o uğraşın ustalarının kişiliği her zaman ürünlerine uygun olmuyor.
Rahmetli Şakir Eczacıbaşı kardeşimin bir gün telefonda sesi boğuk çıkıyordu sinirden. "Yahu Refik, bu Fazıl Say beni deli edecek" diyordu. "Uzatılan eli ısırıyor!"
"Aldırma, çok iyi piyanist" diye yatıştırmaya çalıştım. Büsbütün köpürdü Şakir: "Başlatma piyanosundan! Parmağından güzel ses çıkıyor ama ağzından çirkinlik fışkırıyor!"
O gün kulağıma abartılı gelen tepkiyi gitgide haklı bulmaya başladım. Fazıl Say'ın kamuoyumuzda yankılanan naraları piyanosunu bastırıyor. Son örnek kendisine dostça "Türkiye'den gitmemesini arzu ederim" diye seslenen Kültür Bakanına verdiği cevap:
"Kes zırvalamayı!"
Say "Ben hükümetin falan filan icraatını ve bakanın feşmekân tutumunu beğenmiyorum, tavsiyesine uymayıp gideceğim" der. Hakkıdır; farklı düşünenler bile karşı çıkamaz. Ancak, bırakın muhatabının unvanını ve kültürle haşır neşirlik içeren "meslektaş" konumunu, babası yaşında oluşu bile töremizce önler kabaca terslenmesini.
Açık sözlülük başkadır, hışırlık başka.
Asıl kaygı veren gelişme söz konusu hoyratlığın medyamızın bir bölümünde alkışlanması. "Sanat politikanın üstünde olmalıdır" ilkesini hep benimsemiş görünürüz. Sırf siyasette ters düşülüyor diye insanlara (güzellik yaratmakla görevli saydığımız) müzisyenlerin bile edepsizlik etmesi hoş karşılanırsa politika sanatın üstüne çıkarılmış olur.
Toplumumuzun hışırlaşması da sürer.