Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Fazıl Bey, terbiyesizliği kesin lütfen

Yetmiş küsur genci takır takır vurup öldürmüş insan kılıklı hayvanı bile duruşma salonuna sokup çıkarırken ensesine şaplak, kıçına tekme atmıyorlar. Çünkü öyle yapmak onun düzeyine inip hayvanlaşmak olur.
Uygarlık çerçevesinde her şeyin ölçüsü vardır. Ölçü dengelerini estetik alanında doruğa çıkararak güzellik yaratmak ise sanatın işidir. Yazık ki o uğraşın ustalarının kişiliği her zaman ürünlerine uygun olmuyor.
Rahmetli Şakir Eczacıbaşı kardeşimin bir gün telefonda sesi boğuk çıkıyordu sinirden. "Yahu Refik, bu Fazıl Say beni deli edecek" diyordu. "Uzatılan eli ısırıyor!"
"Aldırma, çok iyi piyanist" diye yatıştırmaya çalıştım. Büsbütün köpürdü Şakir: "Başlatma piyanosundan! Parmağından güzel ses çıkıyor ama ağzından çirkinlik fışkırıyor!"
O gün kulağıma abartılı gelen tepkiyi gitgide haklı bulmaya başladım. Fazıl Say'ın kamuoyumuzda yankılanan naraları piyanosunu bastırıyor. Son örnek kendisine dostça "Türkiye'den gitmemesini arzu ederim" diye seslenen Kültür Bakanına verdiği cevap:
"Kes zırvalamayı!"
Say "Ben hükümetin falan filan icraatını ve bakanın feşmekân tutumunu beğenmiyorum, tavsiyesine uymayıp gideceğim" der. Hakkıdır; farklı düşünenler bile karşı çıkamaz. Ancak, bırakın muhatabının unvanını ve kültürle haşır neşirlik içeren "meslektaş" konumunu, babası yaşında oluşu bile töremizce önler kabaca terslenmesini.
Açık sözlülük başkadır, hışırlık başka.
Asıl kaygı veren gelişme söz konusu hoyratlığın medyamızın bir bölümünde alkışlanması. "Sanat politikanın üstünde olmalıdır" ilkesini hep benimsemiş görünürüz. Sırf siyasette ters düşülüyor diye insanlara (güzellik yaratmakla görevli saydığımız) müzisyenlerin bile edepsizlik etmesi hoş karşılanırsa politika sanatın üstüne çıkarılmış olur.
Toplumumuzun hışırlaşması da sürer.

***

Biliyorum, nüfusun büyük bölümünü karşıya almak tehlikelidir, Donkişotluktur, enayiliktir. Ama zaman zaman da meslek görevidir.
Gençliğimde ben de okulumda futbol oynadım, sonra takım tuttum, maça gittim. "Güzel spor" derler; koreografisini severim. Yaşantıya kattığı boyutu, erkekçe heyecanı paylaşırım. Hepsi iyi, hepsi hoş. Tadında bırakılması şartıyla.
Çünkü "futbol hastası" deyimimiz de var. Sonuçlar toplumun bir küçük kesimini sevindirirken geri kalanını şakaya gelmeyecek ölçüde geriyorsa, uzunca süre kol kanat kırıyorsa, kimi bölümleri birbirine düpedüz düşman ediyorsa, o deyimi ciddiye alma vakti gelmiş demektir. Ve durumun tedavisi gerekir.
Medyaya, eğitimcilere ve -en önemlisi- ailelere rota rötuşu yapmak düşüyor bu konuda. Futbolkeşleri içerletmek pahasına önermek zorundayım: o meraka biraz daha az yer, sonuçlara biraz daha az önem, horozluğa biraz daha az prim verelim.
Erkek egosunun kadın kanıyla beslendiği, bezlere 11 yıl ceza kesildiği, piyanistlerin kabadayılık tasladığı bu toplumda yapay hoyratlık pompalamanın âlemi yok.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA