Hiç başınıza geldi mi? Kullanılmayan bir eski dolap ya da sandıkta bir şey ararken daha önce görmemiş olduğunuz defter, mektup, fotoğraf gibi bir tarih kalıntısıyla karşılaşırsınız. Ve birdenbire bir aile büyüğünün yargıcı durumunda bulursunuz kendinizi.
Gördükleriniz gönlünüzdeki sevgiyi tazeleyebileceği gibi, iç dünyanızda deprem de yaratabilir.
Hayal kırıklığı, öfke, tiksintiyle sarsılabilirsiniz.
Önemli olan şoku atlatıp geçmişi ve bugünü değerlendirirken daha gerçekçi davranabilmenizdir.
Toplumumuz birkaç yıldır derinlemesine bir tarihle hesaplaşma fırtınası yaşamakta. Yaşı ilerlemiş insanlarımız, söz konusu dönemlerde iz bırakmış kimselerle tanışıklıkları da varsa, kişisel değerlendirmeleri tekrar tekrar gözden geçirmek zorunda kalmakta.
Elini kana bulamamış gençlerin idamlarına karşı takınılmış tavır en somut turnusol kâğıdı oluyor.
***
Türkiye'nin kapalıdan açık toplum modeline geçiş sürecine Turgut Özal'ın katkılarını -Adnan Kahveci'nin de sayesinde- yakından izleyebildim. O nedenle Özal'ın artılarının eksilerinden hayli fazla olduğunu düşünürdüm.
İnsancıl yanının belirtilerini de görmüşümdür. Ama Deniz Gezmiş'le iki arkadaşının asılmasından önce yazdığı bir mektupta acımanın yanlışlığından söz ettiğini öğrenince eksileri artılarını aşıverdi kafamda.
Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan'ın Meclis'te o idam kararlarının onaylandığı toplantıya katılmamış olduklarını hatırlamak ise karakter notlarını yükseltiyor. Yüksel Menderes
"karşı taraftan" babasının öcünü alma duygusuyla o kararları destekleyebilirdi.
Yapmadı, katılmadı toplantıya.
İsmet İnönü kararları desteklemedi ama grubu serbest bırakırken
"dengeli ve çok yönlü" sözler söyledi. Bülent Ecevit açık seçik ret oyu verdi. Mehmet Ali Aybar yalnız söz konusu kararlara değil, idama karşı harika bir konuşma yaptı.
Karşı uçtaki rekoru Süleyman Demirel kırdı. Kendi tombul parmağını kaldırmakla kalmadı, en çok sayıdaki parmağı da kaldırttı. "O günün şartlarında öyle icap ettiğinden" efendim.
Her günün şartlarının icabatına uyulduğu gibi...
***
Evet, önemli olan bugün.
Ona bakalım.
Nazlı Ilıcak -mezheplerimiz uyuşsun, uyuşmasın- kendi ilkelerine sadakatini bildiğim, belkemiğini eğmeyişini beğendiğim bir meslektaştır. Ama herhalde sevdiklerinin günahlarını hafifletmek isterken o özelliğiyle çelişen bir şey yazdı:
"O günkü anarşi ortamında ve idamların olağan karşılandığı bir dünyada, parlamentoda 'evet' oyu kullananlar sadece 'zamanın ruhunu' yansıtıyorlardı." İnsan -hele yöneticilik iddiasındaki insan- ayna gibi cansız ve iradesiz bir nesne değildir.
Yansıtmakla yetinemez, haksızlık ve gaddarlıkların olağan karşılanmasına katılamaz. Onları gidermek olan görevinden kaçınırsa, ayıbı kalır ortada.
Kedinin pisliği örtülse de kokar.