Deprem sonrası enkaz bölgesine benzemeye başlayan uluslararası alanda en çok duyulan iki söz var:
"Küreselleşme günümüzün temel gerçeğidir."
"İç işlerimize karışmayın."
İkisi çelişiyor bir yerde. Tersyüz edilen ceketin içiyle dışının karışması gibi, çok uluslu dev firmaların oyun alanına dönüşmeye başlayan dünyamızda hangi işlerin "iç", hangilerinin "dış" sayılacağını kestirmek zorlaşmakta.
Bir ülke ekonomisinin kurumları başka bir ülkede yerli ortaklarla birlikte yapılan büyük yatırımlar çerçevesinde on binlerce vatandaşını çalıştırıyorsa, yerel gelişmeler kendi çıkarlarını kritik ölçüde etkileyecekse, oradaki gidişi elinden geldiğince yönlendirmeye bakmasına "başkasının işine burnunu sokmak" diyebilir misiniz?
Bir başka somut gerçeği de görmezden gelmeye çalışmanın anlamı yok. İmparatorluklar tasfiye edildikten sonra izleri ve etkileri kalır eski egemenlik bölgelerinde. (Kıbrıs'ın kuzeyinde de, güneyinde de taşıtlar hâlâ İngiliz usulünce yolun solunda sürülüyor.)
Açıkçası, biz Suriye'de, Irak'ta, bölgemizin birçok ülkesinde "başkalarının iç işlerine karışmakta" değiliz. İstesek de, istemesek de, bir ölçüde işlerin içindeyiz zaten. Ekonomimiz geliştikçe, televizyon dizisi türünden "yumuşak güç" ağırlığımız arttıkça, daha da öyle olacağız. Yeni Osmanlılık ya da emperyalist özenti değil bu. Eşyanın tabiatı.
Hal böyleyken söz konusu ülkelerde hiç etliye sütlüye karışmamamızı istemek, havuzda yüzen adama "Islanma" diye seslenmek gibi bir tuhaflık.
***
Can boğazdan gelir derler. Doğrudur ama, gittiği de oluyor. İştah frensizliğinden, açgözlülükten, oburluktan obezleşip ölenler çoğalmakta. Vücudun en şaka kaldırmaz bölgesidir boğaz. Başka yerleri mıncıklansa bir şey olmaz da, orası sıkıldı mı ahrete yol görünür.
Coğrafi bakımdan da öyledir. Devletlerin en stratejik çıkarları boğazlarda düğümlenir ve çatışır. Tarihin en paylaşılamaz noktalarından biri bizim İstanbul'umuzdaki deniz geçidi oldu. En kanlı boğuşmayı da Çanakkale'de yaşadık.
Birkaç gündür Hürmüz Boğazı düşünen insanların uykusunu kaçırmakta. İran'ın geçidi kapatma tehdidi blöf olsa da çok ama çok tehlikeli bir durum yarattı. (Elinizi arka cebinize attığınızda orada tabanca bulunmasa bile karşınızdaki ateş edebilir.)
Deniz yoluyla dünya petrol ulaşımının üçte biri o boğazdan geçiyor. Aksaması enerji düzenini ve büyük ekonomileri altüst eder. Amerika'nın başkanlık koltuğunda Obama değil ya, kanatlı melek oturmakta olsa öyle bir çöküntü tehlikesi karşısında barışçı davranamaz.
Bölgenin tarihine baktım. Asıl netameli nokta İran kıyısındaki eski Hürmüz kentiymiş. Ticaret yolları üstünde olduğundan, zenginliği dillere destanmış. Marko Polo oraya uğrayıp debdebesini övmüş. Ama kabilelerin çekişmesi yüzünden yaşanılmaz duruma düşünce yakındaki Hürmüz Adası'nda yeni bir kent kurulmuş. Orası da parlayıp bölgenin yıldızı olmuş.
Derken 1514'te bizim Yavuz Sultan Selim'imizin Şah'ı bunaltmasını fırsat bilen Portekizli sömürgeciler adayı işgal etmişler. Arkadan 1622 yılında İngilizler (devletin donanması değil de İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin savaş gemileri) onları püskürtmüş; kenti de yakıp yıkmışlar. İran tarihçileri ve yorumcuları bu hazin sondan kimin sorumlu olduğunu düşünmüşler, biliyor musunuz? Türklerin! Yavuz rahat verseymiş bölge Hristiyanlara kaptırılmazmış.
Marko Polo zamanındaki kabileleri de atalarımız birbirine düşürdü herhalde.
***
Sizin anlayacağınız, ne yapsak, nasıl davransak kabahatli görülmekten kurtulamayız. Güçlüysen, etkiliysen, kıskanılacak duruma gelmekteysen zorbasın, saldırgansın, neoemperyalistsin.
Eh, madem öyle, bari olduğu kadar etkimizi hayır için kullanalım. Hatırımızı saydırtabildiğimiz, sözümüzü dinletebildiğimiz ölçüde anlatmaya çalışalım İranlı komşularımıza geleneksel abartma huylarının tehlikesini.