Çok köpeğim oldu; huylarını iyi bilirim. Erkek köpek dişi köpeği ısırmaz. Kızsa da, aralarında kemik kavgası çıksa da ısırmaz.
Bir de insanlara bakın!
Meydanın ortasında, yüzlerce silahlı erkeğin arasında, yerde genç bir kadın yatıyor sırtüstü. Giysileri yukarı sıyrılıp başını örttüğünden, yüzü görülmüyor. Mavi sütyeni olmasa memeleri de açıkta kalacak.
Böyle bir görüntü erkeğe ne düşündürür, hangi tepkisini tetikler? Öpmek, okşamak, tutup kaldırmak, sarılıp korumak...? Hayır, kadının çevresindeki adamlar onu olanca güçleriyle tekmeliyor, sopalıyor, ezmeye bakıyorlar. Biri havaya sıçrayıp ağır postallarıyla çıplak karnına iniyor.
Ekrandaki mekân değiştiğinden, kadın öldü mü, kaldı mı, bilmiyoruz. En azından kaburgaları kırılmıştır. İç organ kanamasından eks olduysa şaşılmaz.
Mısırlı askerler bunu yapan. Yılın başlarında Mübarek devrildiği zaman "muzaffer demokratik devrim" bayramını kutlayanlar erken iyimserlik rekoru kırdılar. Gerçekleşenin devrim mevrim olmadığı, general darbesine dönüşeceği besbelliydi.
Profesyonel askerlerin huyunu da iyi bilirim. İçlerinde şövalye ruhlu mert insanlar kadar, bellerindeki silahın kendilerine başıbozukları hizaya getirme yetki ve görevini verdiği duygusundan sıyrılamayanlar da vardır. Ve ülkemizde tam bir uygarlık anayasası yapılıp uygulamada sağlama bağlanmadıkça, vesayetlerin büsbütün sona erdiğini düşünmek yeni bir iyimserlik rekoru olur.
İstikrar var deyip duruyoruz. Görünürdeki düzenin düzgünlüğünün tek kişinin sağlık durumuna bağlı olduğu anlaşıldı birkaç günde. Nasıl istikrar bu?
***
Dönelim kadına şiddet konusuna. Türkiye'de kadın cinayetlerinin sayısı yedi yılda dört katına çıktı. Acayip bir oran, acayip bir hız, acayip bir durum.
Kırsal bölgelerden kentlere göç sürdükçe kadınlarda bir güçlenme ve uyanma olduğu, onlar baş kaldırınca erkeklerin de şiddetle tepki gösterdikleri düşünülüyor. Tamam da, birdenbire mi yaşandı bu gelişme? Göç yedi değil, çok daha fazla yıl önce başladı.
Sonra, Türk köy erkeklerinin çoğunluğu centilmen olmayabilir ama cani de değillerdir. Dövseler sövseler de, kolayca öldürmezler kadınlarını kızlarını. Denklemi etkileyen bir başka öge bulunmalı işin içinde.
Burada mantıklı değerlendirme yapabilmek için bir psikolojik güçlüğü aşmak gerekiyor. Geçmişte baskılarla ezilmiş olduğunu düşündüğünüz, haklarının korunmasını istediğiniz bir kesimi incelerken, onun kendi içinde insanların birbirine yaptığı haksızlıkları görmeniz zordur. Ama görmezden gelmek de çözümleri çıkmaza sokar.
Kürtlerden söz ediyorum.
***
Ayşe Önal'ın yurdumuzda yayımlanmasından nedense çekinilmiş bir müthiş kitabı var:
"Namus Cinayetleri". On tüyler ürpertici olayı âdeta bilimsel bir serinkanlılıkla ama bütün ayrıntılarıyla deşiyor. Şimdi İKÜ Yayınevi basıma hazırlamakta.
İngiltere'de yayımlanmış kitap. Önsözünde Joan Smith Türkiye'den gelmiş erkeklerin o ülkede de
"aile onurunu koruma" çabasıyla pek çok cinayet işlediklerini anlatıyor. Ve onların değişik Kürt aşiretlerinin üyeleri olduklarını söylüyor.
Dün de Türk Solu yazarı Nur Arslan Bostancıoğlu'nun bir e-posta makalesini okudum. Yurdumuzda kadına şiddet uygulayanların büyük ölçüde Kürtler olduğunu ileri sürüyor.
Son yıllarda kadın cinayetlerindeki hızlı artışa getirdiği açıklama da Güneydoğu bölgelerimizden Doğu'ya Kürt göçünün yoğunlaşması. Ülkenin batısının en az kadın şiddeti görülen bölge olmasına karşın İstanbul'da o oranın yüksekliğine dikkat çekerek
"Kent en çok Kürt göçü alan yer de ondan" diyor.
Bir başka tezi:
"Kadına şiddetin en önemli nedenlerinden biri akraba evlilikleri olgusu. Bugün Kürtlerin 40%'ı akraba evliliği yapmakta. O oran Mardin'de 45%, Urfa'da 50%."
Tezleri ve sunduğu bilgiler öfkesizce tartışılmalı. Ben de bir görüş ekleyeyim: Konu Kürt sorunu değil, Kürt feodalitesi sorunudur.