Anadolu'da harika bir söz var:
"Orospu bana orospu dedi; ben ona ne diyeyim?"
Türkiye'ye karşı resmî Fransız tutumu o ikilemi akla getiriyor.
Kabak tadı verdiğini söyleyeceğim ama kabaklara da hakaret olur.
En zeki ve doğrucu adamları Voltaire'in ünlü sözünü ise okul çocukları bile bilir:
"Sizinle aynı fikirde değilim.
Ancak fikrinizi söyleme hakkınızı canım pahasına savunurum."
Böyle diyen düşünürün ülkesinde politikacı çıkarıyla Ermeni seçmen saplantısının kesişmesinden kaynaklanan bir teze karşı söz söyleyenin kodese atılması yasal zorunluluk olacak.
Pes ki pes!
***
Cuma akşamı bir Fransız kanalındaki tartışmada Amerikalı zenci öğrenci kız ağır konuştu:
"Eğitim kurumlarınızın ülkeme gönderdiği pazarlayıcılar Fransa'da yabancı öğrencilerin birçok haklardan vatandaş gibi bedava yararlanacaklarını söylüyorlar.
Vaatlere inandım, bankadan borç alıp buraya geldim, bir üniversitenizin yüksek ücretini ödedim.
O haklardan yararlanmam bin türlü güçlük çıkarılarak engelleniyor. Ayrıca başka yollardan kazık üstüne kazık yemekteyim. Dolandırıcı mısınız?"
Anlaşılan uyuzlaştıkça nereye tırnak atacağını şaşıran Fransa'nın tek hedefi biz değiliz. Ülkesinin
"grandeur" diye yücelttiği görkemiyle pek övünürdü De Gaulle. Şimdi Voltaire gibi o da kabrinde söyleniyordur herhalde.
***
Türkiye Başbakanı
"Fransa kendi kanlı tarihine baksın" dedi.
Tabii, herkesin tarihi kanlı aslında. Ama burada söz konusu edilmesi gereken savaşlar, iç çatışmalar, saray cinayetleri falan değil. Yüz yıl önce bir dünya savaşı sürerken ülke topraklarındaki sabotaja karşı önlem sürgününde çıkan kargaşa kurbanları da bambaşka sorun. Daha yakın geçmişte, Fransız cenneti Riviera'nın karşı sahilinde emperyalist sömürüyü sürdürmek için sistemli devlet politikasıyla dökülen kanlar söz konusu.
O sicile Fransa'nın hasmı Müslümanlar açısından değil, Batı uzmanlarının gözüyle bakalım.
Örneğin Raymond Aron gibi tarihçiler var. Pierre Vidal-Naquet gibi araştırmacıların, Marie-
Monique Robin gibi gazetecilerin kanıt dolu kitapları var. Gillo Pontecervo gibi yapımcıların belgesel filmleri var.
Tartışmalı tez değil, kanıtlanmış somut gerçekler diye neler anlatıyorlar?
Bırakın Vietnam'da, Afrika'nın derinliklerinde sergilenmiş, ayrıntıları ağza alınamayacak vahşet iğrençliklerini;
"Fransız uygarlığıyla inceltilmiş" 1956 Cezayir'ine bir göz atın. Bağımsızlık için direniş başlayınca ülkeye 400 binden fazla asker yığılmış. Derin devlet görevlileri
"Yakınlarını işkenceyle öldürürüz" tehdidiyle Cezayirliler arasından ajan devşiriyor, adı verilen sakıncalıları yok ediyorlar. En gözde öldürme yöntemi -uzunca can çekiştirdiği için- karın deşme.
Özgürlükçülere yardım ettiğinden kuşkulanılan köyler tek kişi sağ bırakılmayarak haritadan siliniyor. Dağa kaçan direnişçiler kıstırıldıkları yerlerde napalmla kavruluyor. Alev püskürtme donanımı yoksa mağara ağızları tuğla ve çimentoyla örülüyor, içeridekilerin havasızlıktan ağır ağır ölmesi sağlanıyor.
İki milyon köylü göçe zorlanıyor.
Bu tehcirin adı
"regroupement" (yeniden gruplandırma).
Çatışmalarda ölenlerin kesin sayısı bilinmiyor ama tahminler 800 bin ile bir buçuk milyon arasında.
***
Gelelim günümüze.
Züğürtledikçe içindeki yabancı düşmanlığı artan Fransa'da ırkçılık da azıyor. Aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi'nin eski başkanı Le Pen. (Kızı yeni başkan).
Maalesef hayli oy toplamaktalar.
Bu zat subay olarak Cezayir'de görev yaparken bir akşam mesai saatinden sonra kapanan bir barda içki istemiş. Vermeyen barmeni tutuklatmış, ağır işkencelerle öldürtmüş. Söylenti değil, Le Monde haberi.
Kanlı tarihine bakabilecek mi Fransa? Hiç beklemeyin. Gözlerini oralardan kaçırıp bizi dikizlemesi daha kolay.