Dairenizi böcek sarmışsa birkaç odaya fısfıs sıkarak belayı defedemezsiniz; bütün apartmanın ilaçlanması gerekir. Irkçılık, şoven amigoluğu, nefret simsarlığı gibi toplum hastalıkları da tek tek ülke içlerinde alınan önlemlerle giderilemez; uluslararası aşılanma şarttır.
Depremin açığa çıkardığı görüntü güzel. Birçok manşette vurgulandığı gibi "tek yürek" olundu. Olumlu hava yabancıların tutumuna da yansıyarak dinsel farklılıkların bile aşılmasını sağladı. Papa destek verirken İsrailliler ile İranlılar birleşebiliyorlar Van'a yardımda.
Yazık ki biliyoruz, büyük olasılıkla bu hava kısa sürede dağılacak. Ruhsal sağalmayı sürdürmenin yolu toplumların duygu iklimini değiştirmek. İnsanlar birbirlerini tanır, kendini başkalarının yerine koymaya alışırsa, sevgi şarkıları öfke tamtamlarını susturmaya başlar.
Katıldığım son uluslararası kültürel kongrede delegeleri barışma konulu somut projeler sunmaya davet ettim tekrar tekrar. Hayli öneri geldi. Hemen değerlendirmeye koyulduğum ikisini anlatayım.
***
Orta Doğu savaşlarından birinde Filistin kökenli bir çift Hayfa bombalanırken oradaki evlerinden ve içindeki bebekten ayrı düşmüş, kentten apar topar uzaklaştırılmışlar. Bütün çabalarına karşın, yurtlarına dönüp çocuğu aramalarına izin verilmemiş yirmi yıl süreyle.
İsrailli yetkililer bebeğe de bakmaları koşuluyla o evi vatandaşları arasından seçtikleri bir çifte vermişler. Adam çok geçmeden ölmüş ama kadın kendi evladı gibi büyütmüş çocuğu.
Neden sonra gerekli izni koparabilen Filistinli ana baba evlerini görmek ve bebeğin akıbetini öğrenmek amacıyla Hayfa'ya dönmüşler. Kapıyı açan kadın söz konusu çocuğun artık kendi oğlu olduğunu söylemiş. Tartışırlarken o da gelmiş üstlerine.
Müthiş sürpriz: Delikanlı
"vatanına bağlı", ateşli bir İsrail askeri! Araplardan ve kendisini bırakıp gittiklerine inandığı ebeveyninden nefret ediyor. Dört kişi önce çekişip sonra birbirlerini anlamaya başlayarak düğümü çözmeye çalışıyorlar... Bu gerçek olayı işleyen Arap romancının eserini genç -ve Netanyahu muhalifi- İsrailli tiyatro yazarı Boaz Gaon oyunlaştırmış. Teksti bana verirken
"Biliyorum," dedi,
"arada gerginlikler var. Ama insanca ilişkiler tiyatro kanalıyla gündeme getirilebilir belki. Karşılıklı bir şeyler yapalım."
Lefkoşalı yazar dostum Yorgo Neofitu da biri tek kişilik ve kısa, öteki uzunca iki piyes metni tutuşturdu elime. İlkinde oğlu vaktiyle Güney Kıbrıs'taki faşistler tarafından öldürülmüş olan bir yaşlı kadın tüyler ürpertici bir vakar ve kararlılıkla hikâyesini anlatıyor,
"Bağışlamam" diyor. Güvenilir tek yakını saydığı kedisiyle konuşarak...
Öteki oyunun adı DNA. Konusu daha da sarsıcı. (Gözlerimi sile sile okudum.) Delice sevdiği kocası bir iki gün sonra dönme vaadiyle savaşa gittikten sonra bir daha görünmemiş ve adı
"kayıp kişiler" listesine yazılmış olan kadın yıllar boyunca kabul etmiyor gerçeği.
"Sözünü tutardı" diyerek bekliyor, bekliyor, bekliyor.
Bekleyişin kurbanı oğlu. Çocukluğunda çevredekiler tarafından hep deli kadının zavallı veledi gözüyle görülerek büyüyen delikanlı dayanamıyor o belirsizliğe. Babasının ölümünü kanıtlayacak bir şey bulup annesinin önüne koyarak yaşantısındaki sisleri dağıtmak istiyor.
Derken günün birinde ilan ediliyor ki birtakım kazılarla bulunan kemiklere uygulanacak DNA incelemesiyle kimlikler belirlenmekte. Babanın kayıp kişi olmaktan çıkıp
"savaşta ölenler" kategorisine alınması mümkün. Ve...
Hoşuma giden, faciadan Türklerin sorumlu tutulmaması oldu. Böyle sonuçlara kimler yol açmışsa onlar lanetleniyor satır aralarında.
***
Bir çeşit uluslararası helalleşme festivali tasarladım. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin'e anlattım; çok sıcak baktı. Dilimize çevirtmekte olduğum o eserlerin yanı sıra, Türk-Kürt kardeşliğini işleyecek bir oyun da içermeli.
Yazarlarımızdan ve herhangi bir yoldan proje katkısında bulunabilecek dostlardan yardım rica ediyorum. Gidermeye çalışalım toplumlardaki kin faylarını.