Bugün "özel" bir gün efendim. Büyük çoğunluğumuzun huşu ile karşıladığı ay üstüne bir şeyler yazmak gerekirdi.
Yazık ki başka konular ağır basıyor. Deliye her günün bayram olması gibi, bizlere her gün özel. "Ağır" sorun her zaman var.
Cuma akşamından beri Türkiye'nin normalleşmekte olduğu neredeyse ağız birliği ile vurgulanarak sevinilmekte. Kusura bakılmasın, katılamıyorum. Ülkemiz hâlâ alabildiğine anormal. Medyasıyla, ordusuyla, muhalefeti ile acayip.
Üçüne de bir bakalım. Gerçekçi gözle.
***
Dişsiz, tırnaksız kaplanın kuyruğunu çekmek kolaydır. Vesayet çözüldü çözüleli medyamızın büyük bölümünde silahlı kuvvetlere sataşma festivali var.
Her zaman ilkeli davranabilmiş birkaç istisnayı tenzih ederek öteki meslektaşlara sormak gerek:
Önceleri neredeydiniz?
Evren anayasa tasarısı oylanırken karşı çıkmak, Aziz Nesin'in protesto bildirisine imza atmak gibi konulara değinecek kadar geri gitmek istemiyorum. Onlar tarihe karıştı. Çok daha yakın geçmişe göz atarsak...
Sırtların müttefik
"yüce" yargıçlara da dayanarak ayak takımı oylarının hiçe sayılmak istendiği günlerde önüne
"kahraman" sözcüğü yerleştirilmeden asker,
"şanlı" eklenmeden ordu lafı edilir miydi gazetelerinizde?
O şanın demokratik sınırlar içinde tutulması gereği şimdi mi akla geldi?
***
Gidenin arkasından konuşulmaz. Ama Genelkurmay Başkanı'nın gidişiyle gündeme gelen ve kafalara takılı kalan konuların tartışılması şart. Ona da şunu sormak gerekiyor:
"Veda mesajınızda silahlı kuvvetler içinde her şeyin yolunda olduğuna güveninizi belirttiniz. Yani işinizi iyi yapmışsınız; vicdanınız rahat. Öyleyse niçin istifa ettiniz paşam?"
Yanıtlarsa herhalde gerekçe diye tutuklu generallerin durumunu belirtecektir. Tamam da, o konuyu vurgulamak için istifa gerekmezdi ki. Mesaj yayımlamayı sakıncalı saymadığına göre, eleştirilerini kamuoyuna duyurmayı ve inandığını söylediği hukuk yoluyla hak aramayı sürdürebilirdi.
Son zamanlarda pek duyulmayan mahalle baskısından yakınmak moda olmuştu bir ara. Şimdi orduevi baskısından söz edilmekte. Anlaşılıyor ki sayın Koşaner'in fırtınalı günlerde görevi bırakıvermesinde alt kademelerden gelen
"ordunun onuru" konulu telkinler rol oynamıştır.
Öyleyse soru megafonunu o baskının uygulayıcılarına çevirelim:
Siz işini iyi yapanların huzuru içinde misiniz, sayın subaylar? Darbe konuları bir yana, askerlik alanındaki açık seçik yanlışlar ve yenilgiler sizi rahatsız etmiyor mu? Ediyorsa, üst kademede kadro değişiklikleri ile bir düzelme başlamasına ve onurunuzun korunmasına niçin karşı çıkasınız?
***
En çarpıcı acayiplik ana muhalefet saflarında. Vahim bir kriz patlak verdi diye Genel Başkan tatilini kesip kurmaylarını topluyor. Suçlama yollu şunu söylüyorlar iktidara:
"Silahlı kuvvetleri yeniden dizayn etmek istiyorsunuz!"
Demek hoşnutlar bugünkü
"dizayn" görüntüsünden. Süren davalardaki iddialarda yüzde bir gerçek payı bulunsa, solcu geçinen bir partinin tüylerinin diken diken olması beklenir.
Yine bırakalım o konuları, somut sicile bakalım: durmadan körü körüne içine düşülen pusular, basılan karakollar, görmezden gelinen Heron raporları, vurulan çobanlar ve çocuklar, ekranlardan eksilmeyen tabut dizileri... İsterdik ki muhalefet iktidarın yakasına şu eleştiriyle yapışsın:
"Ordunun dizaynını niçin düzeltmediniz?"
Evet, ülkemiz anormal. İktidardaki kişilerden daha akılcı, daha insancıl, daha sivil olmaya çalışarak onları sollayacak bir muhalif partimiz yok.
Bu durumda Türkiye'yi yönetmek frensiz otomobil kullanmaya benziyor. Hele şu hızla giderken, hendeğe yuvarlamamak gerçekten ustalık ister.
"Aman dikkat" diyelim Başbakan'a. Hepimiz arabanın içindeyiz.