Aydınlarımızda tuhaf bir huy var. Okumadıkları metinler üstüne ahkâm kesebiliyorlar.
IMF Başkanı'nın skandalı cinsel konulara girmeyi gerektirince, Can Dündar evladım "Viagra (de)jenerasyonu" başlıklı yazısında bir azizlik etti bana:
"Refik Erduran ağabeyimiz Milliyet adına Amerika'ya gitti ve 70 yaşında, 'mavi hapı deneyen ilk Türk' olarak izlenimlerini yazdı."
İlginç bilgi ama, öyle olmadı. Çünkü ben -ihtiyaç duyup duymama konusu bir yana- hap denemek için Amerika'ya gidecek manyak değilim. Gerekliyse, hapı Türkiye'ye getirtmek daha akıllıca olmaz mı?
ITI-UNESCO çerçevesinde tiyatro temasları için New York'taydım. Master eğitimini aldığım üniversitenin tıp merkezi o kenttedir; sağlık işim düşerse özel özen gösterdiklerini düşünürüm.
Hazır oradayken, Peyroni hastalığı denen sorunum konusunda uzmanlarına danışayım dedim.
İncelerken, o ay çıkmış olan mavi haplardan bir tane yutturdular.
Abartılı etkisi şaşılacak kadar uzun sürdü. Dönünce o sırada Milliyet'in başında bulunan Doğan Heper dostumla sohbet ederken olayı anlattım gülerek. "Yaz bunu" diye tutturdu. Türkiye'de cehalet yüzünden cinsel "sorunlar" komplekslere ve gerginliklere yol açar. Hap yutarak fazlasıyla çözülebilen konuların sorun olmadığının vurgulanması işe yarar diye dostumun istediğini yaptım, yaşadığım deneyi yazdım.
Arkadaşlar büyüttüler. Milliyet manşetlerinde günlerce "viagra kahramanı" ilan edildim.
Sonra bunu birçok yerde böyle açıkladığım, bir anı kitabımda da "Mavi Hap Komedisi" başlığıyla anlattığım halde, efsanesi sürüyor. Cinsellik büyüsü!
***
Gelelim IMF Başkanına. Sevdiğim bir adam değil. Acayip lüks ve gösteriş meraklısı, bencilin teki.
Ama başına gelenler yüreğimi sızlattı.
Çünkü berbat bir anım var:
Yirmi bir yaşındayım. Üniversitenin bulunduğu küçük kentte, bir odasını kiraladığım evin orta yaşlı sahibesi Alice ile bir yakınlık yaşamışım. Ciddiyeti yok. Zaten ülkeden ayrılıyorum.
Dönüşüme on gün kala aile dostumuz göz doktoru, lüks otomobil meraklısı Hakkı Hayri Bey'den bir rica mektubu ve yüklü bir çek geliyor. O zamanlar oto ithali sayısız şarta bağlı. Ben yurt dışında uzun süre kalmış olduğum için durumum uygun. Ismarlanan arabayı apar topar bulup alıyorum.
New York'a gideceğimi söyleyince Alice
"Ben de geleyim" diyor. Orada bir otele yerleşiyoruz.
Okul arkadaşlarımdan bir grup uğrayıp beni uğurlama partisine davet ediyorlar. Alice aramıza katılmak istiyor ama delikanlılar
"Erkek erkeğe olacağız" diyerek atlatıyorlar.
Gidince bakıyorum ki öyle değil; kız dolu.
Gece yarısından hayli sonra, parti iyice kızışmışken kapı çalınıyor.
İçeri dalan Alice duruma göz gezdirince bana okkalı bir tokat aşk edip gidiyor. Buz kesiyorum ama, eğlencenin tadını kaçırmamak için kalıyorum.
Sabaha karşı otele dönerken göz kapaklarım kurşun gibi. Kaza yapma korkusuyla arabayı kaldırıma yanaştırıp başımı arkaya dayıyorum.
Dayayış o dayayış. Derin uykuya dalıvermişim.
***
Kolumdan hoyratça çekilerek uyandırılınca bakıyorum, yüzüme on santim uzaklıkta bir polis suratı.
"Çık dışarı!" diye bağırıyor.
Bir ikincisi de sağdaki kapıyı açmış, torpido gözünü karıştırmakta.
"Ne var, ne oluyor?" sorularıma tek yanıt
"Shut up!" Kollarımı kaputun üstüne uzattırıp üstümü başımı yumruklar gibi yokluyor, cebimden ehliyeti alıyorlar.
Biri tepemde beklerken öteki bagajı açıyor, arabanın her yanını didik didik arıyor. Otomobilin lüksüne içerledikleri besbelli.
"Bakın, gerekiyorsa ceza yazın ama..." diye bir şey söyleyecek oluyorum. Tepemdeki gürlüyor:
"Bir laf daha edersen kendini karakolda bulursun.
Ne biçim adın var zaten! Bizim memleketi it ahırı mı sandın, orospu çocuğu?"
Telefonu açsa New York'taki Fransız otelinin odasına on dakikada on fahişe getirebilecek IMF Başkanı'nın ruhsal illetinden yararlanılarak bir tuzağa düşürüldüğü kesin. Oranın polisinin kelepçesi ise
"aşırı ceza".