Teğet geçse de Türkiye krizden etkilendi, kemerler sıkıldı, satışlar düştü sanıyorsunuz, değil mi?
Her şeyde değil. Gelirleri azalsa bile insanlarımız çok ihtiyaç duydukları ya da çok sevdikleri şeyleri almayı sürdürüyorlar. Satışı azalmayıp artan kalemler var. Örneğin: Tabanca.
Evet, istatistiği açıklandı. O öldürme aletinin ülkemizdeki açık ve yasal satışı 2008'de bir önceki yıla göre 16% artışla yaklaşık 20 bin olmuş.
Hiç yüzünüze çevrili bir namlunun karanlık deliğiyle karşılaştınız mı? Azrail ile öylece göz göze gelmenin ürpertisi bir insanın yaşayabileceği en soğuk duygudur belki.
Evlerdeki çekmecelerde, otomobillerdeki torpido gözlerinde, pantolonların arka ceplerinde o ecel makinelerinden yüz binlercesi sıra bekliyor et delecek mermileri kusmak için. Ve sayılarına her yıl on binlerce yenileri ekleniyor.
Neden acaba? Öfkeler, kinler, korkular artıyor da ondan mı? İnsanlarımız gitgide kavgadan dövüşten hoşlanır mı oldular?
Sanmıyorum. Tersini gösteren, kavgacılığın gözden düşmeye başladığını düşündüren belirtiler de var. Gürültüden yorulanlar çoğalmakta galiba.
Bakın, son kurultaydaki çekişmenin iki horozu Önder Sav ile Gürsel Tekin idi. İkisi parti meclisi seçimlerinde en az oyu aldılar.
Peki, hırgürü azaltmak, enerjinin kuru gürültüye değil de verimli tartışmalara gitmesini sağlamak için ne yapılabilir?
Çocuk eğitmekte olsun, toplum etkilemekte olsun, en iyi sonuçların nasihatle değil de örnek olmakla alındığını bilirsiniz. O konuda görev herkesten önce medya çalışanlarına düşüyor elbette. Yazık ki meslektaşların pek çoğu sokakta yangın görseler söndürmeye bakacak yerde birbirlerini kundakçılıkla suçlamaya girişiyorlar.
***
En akıl karıştıran ve basınımızda en çok rastlanan sözcüklerden biri
"yandaş". Karşıdakini aşağılamak için kullanılırken ötekileştiriyor. Temeldeki yanlışı netleştirmek için konuyu çok basite indirelim:
Sokağın bir başında Ahmet'in, öteki ucunda Mehmet'in bakkal dükkânı var. Ahmet'in peyniri, Mehmet'in zeytini iyi. Sizin alacağınız şeye göre dükkân tercihi yapmanız normal değil midir? Peynir alırken Ahmet yandaşı, zeytin alırken Mehmet yandaşı mı olursunuz?
Diyelim daha sonra Ahmet zeytinin de, her şeyin de iyisini getirdi; Mehmet'in malları gitgide kötüleşti. Siz hep birincisini tercih ederseniz Ahmet'in - basınımızda moda olan sakil deyimleyalakası mı sayılırsınız?
Varsayın Sayın Kılıçdaroğlu iktidara geldi de harikalar yaratıyor. Kıbrıs çözüldü, Avrupa'ya girdik, Öcalan makulleşti, Ermeniler özür diledi,
İran nükleer stoklarını Amerika'ya hibe etti, kişi başına ulusal gelirimiz 20 bin dolara çıktı. Sevindiğimi belirtirsem CHP dalkavuğu mu olurum?
***
Açık konuşayım. Öyle yandaşlık mandaşlık lafları edilirken adı sıralanan gazetelerin arasına kimilerinin SABAH'ı da katması canımı sıkmakta. Ben düşündüklerimi vatandaşlara aktarmak isterim. Param yetse de yayın organı kurup iş tarafıyla uğraşmaya hevesim yok. Birileri o derdi göğüsleyip kalemime yer açmışsa ne ala! Elverir ki ne yazacağıma hiç ama hiç karışmasınlar.
Bu gazeteye dikkatle baktım, değişik eğilimli yorumcular barındırdığını ve hepsinin özgürce yazdıklarını gördüm, onun için sayfalarında görev kabul ettim. Hükümetin yanında ya da karşısında olacaksın diyen yok. Gözaltıların cezaya dönüşmesine, eğitim rezaletine kızıyor, kriz yönetimini ve dış politikanın genel rotasını beğeniyor, ikisini de rahatça yazıyorum.
Yandaş diyen çıkarsa anlamı açıktır:
"Sen sakıncalı bulduğum bir yere kalemini kiralamışsın." O anlamda laflar edenlere birkaç sorum var.
Ben buranın işleyişinde bir şaibe görmüyorum. Ama siz ki gazeteden gazeteye geçip durmuşsunuz, hepsinin sahiplerinin iş ilişkilerinin etik siciline kefil misiniz? Kapitalin ahlakı olur mu? Etik açıdan önemli olan o paranın nasıl kullanıldığı değil midir?
Ve benim bu yaşta kalem kiralayacağımı size düşündürebilecek lira toplamı nedir? Hadi, birimiz araştırıp bütün yazar aylıklarını açıklasın.
Var mısınız?