Doğayla boğuşamayız. Denersek dayak yeriz. Çünkü biz de onun parçasıyız. Çok, çok küçük bir parçası.
Yer kabuğunun birbirini etkileyen kaymaları hızlanınca insanlık rodeocu kovboya döndü. Altındaki gezegen hırçın at gibi tepindikçe, sıkı durmayan biniciler tepetaklak oluyor.
Deprem konusunda sıkı durmak sağlam ev yapmaktır. Altı fay hatlarıyla örülü bölgelerde taşları çamurla yalapşap tutturarak mesken edinmek ise Azrail'e davetiye çıkarma anlamına gelir.
İşin tuhafı, inşaatçılık bizim ekonomimizin en gelişmiş kesimlerinden. Dev firmalarımız dünyanın dört yanında hızla yapım harikaları yaratmaktalar. Ama kendi ülkelerinde "ahır tipi ev" yaygınlığı sürüp gitmekte.
Hem "Her şey devletten beklenmemeli" deniyor, hem de "Devlet deprem konusunda gerekeni yapsın."
Yıllar yılı karma ekonomi formülüyle yatıp kalktık. Tekme atsan yıkılacak yapılarda yaşayan insanlarımızı sağlam konutlara kavuşturma işi o formülün yararlı olabileceği nadir alanlardan biri.
Deprem vergisi adıyla toplanmış ve toplanabilecek büyük para var. Devlet iyi niyetini ve becerisini kanıtlamış inşaat girişimcilerini o güçle desteklemeli. Medya da seferberliğin katakullisiz yürütülmesini sağlamak için dikkat kesilmeli.
İstanbul mega-felaketini beklemeden, bir an önce başarmalıyız bunu. Yıkıntılar altından ölü toplanmasını seyretmekten bunalmadık mı daha? Ve utanmıyor muyuz? Birbirimizden değilse de, Şili'den?
***
Dün Kadınlar Günü kutlanırken dünyada iki cins arasındaki eşitliğin sağlanmakta olup olmadığı tartışıldı yine. Aslında öyle bir özel günün varlığı bile o tartışmanın gereksizliğini kanıtlıyor. Erkekler Günü niçin yok?
Aslında sorun yalnız iki cins arasında değil. Uygarlığın daha da kapsamlı bir gereği var: güçlüyle güçsüzün eşitliği. O hedefe ulaşıldığı zaman kadın hakları için ayrıca uğraşmaya hacet kalmayacak.
Şimdi uğraşılırken bir temel yanılgıya düşülmesi yol almayı zorlaştırıyor hep: eşit olmak ile "
aynı" olmayı karıştırmak. Haklar savunulurken iki cinsin ihtiyaçları arasındaki farkların gözetilmesini isteyenler biyoloji takıntısı ve kadın düşmanlığıyla suçlanıyorlar.
Oysa o farkları hesaba katmamak doğayı görmezden gelmenin bir başka örneği. Kedinize ot, atınıza et vermezsiniz. Bu onları sevmediğinizi değil, yatkınlıklarını gözetecek kadar sevdiğinizi gösterir.
***
Zaman zaman coşkularının freni kopan Batılı feministler "
Kadın askerlere pasif görevler verilmemeli, kara savaşlarına katılmaları da sağlanmalı" diye tutturdular. Kadın savaşçının dadı erkek gibi bir doğa zorlaması olduğu düşünülmedi.
Kadın seçmenlere göz kırpan Amerikalı politikacıların itelemesiyle ikinci Kuveyt savaşı sırasında kadın askerler cepheye sürüldü. Birkaçı esir düştü, güç bela kurtarıldı. Nasıl kahramanca çarpıştıkları konusunda medya kampanyaları düzenlendi. Gerçekte cephede perişan oldukları, başkalarını da tehlikeye düşürdükleri anlaşıldı sonradan. Doğruları yine aklı başında kadın yazarlar açıkladılar.
Newsweek dergisinin yıldız yorumcularından Nancy Gibbs geçen hafta haber verdi: Amerikan ordusundaki kadın askerlerin oranı 15% imiş. Erkek askerler bunlardan üçte biri kadarının zorla ırzına geçmiş.
Küçümsenince doğanın intikamı kimi yerde iğrenç olabiliyor.
***
Aynı derginin bir başka yorumunda "
Türk ordusu yenildi" buyuruldu.
Yenilmekle yenilenmek karıştırılıyor.
Türk ordusu darbe yapmaya kalkar, girişim başarısız olur, bastırılır. O zaman "
Yenildi" denir.
Öyle bir şey yok. Tam tersine, ordu içinde anayasa saygısı zorbalık eğilimlerine kesinkes ağır basmakta. Üçlü Çankaya zirvesi yakın geçmişte Fransa'nın gerçekleştiremediği bir uygarca çözüm başarısı oldu.
Amerikan dergisi kendi ordularıyla bizimki arasındaki uygarlık düzeyini de karıştırıyor. Koşullar yozlaştırmadıkça, gerekli yerde kadına korunacak bacı gözüyle bakabilmek erkek doğasında vardır.
Silahlı kuvvetlerimizdeki bacıların yüzde birinin bile saygısızlıkla karşılaşmadığına eminim.