Yeni çıkan bir kitap Fransa'yı afallattı. O ülkenin kamuoyunda yaygın bir varsayım vardı: Afrikalı, Arap ve başka Müslüman göçmenler de, onların çocukları da "Batı uygarlığına uyum" sağlayamıyor, o yüzden de yeni ülkelerinde başarılı olamıyorlar.
Karışık adlı iki araştırmacı yazar, Claudine Attias-Donfut ve François-Charles Wolff, 6000 göçmen ailesi ile onların 19000 çocuğunun Fransa'daki serencamını yıllar boyunca inceledikten sonra, buldukları temel gerçeği "Göçmen Çocuklarının Kaderi" kitabında açıkladılar:
Okulda ve toplum içinde başarıyı belirleyen başlıca etken ne etnik köken, ne deri rengi, ne din, ne dil. En önemli faktör sınıf.
Diyelim Romanya'dan bir fabrika işçisinin ailesi Fransa'ya göç etmiş. Bembeyaz ciltli Hıristiyanlar. Aynı yıl Cezayirli bir mühendis de karısıyla çocuklarını alıp gelmiş oraya. Hepsi koyu esmer ve Müslüman. Okulda da, daha sonra iş bulmada da mühendisin çocukları işçininkilerden çok daha başarılı oluyor. Çünkü onların ana babalarının refah ve eğitim düzeyi daha yüksek.
Yani, içinde yetiştikleri sınıfsal ortam başarıyı belirleyici etken.
***
Bizim kamuoyumuzda Marksizm ile ilgili birçok sözcük gibi
"sınıf" da pek duyulmaz oldu son yıllarda. Oysa bugün en çetrefil görünüşlü sorunlarımızın çözümüne katkı sağlayabilecek bir anahtar kavramdır.
Çoktandır türban tartışması da yaşanmıyordu pek. Kadın saçının ne kadar ve nasıl örtüleceği konusunu bir numaralı siyasal sorun yapma komikliğinden kurtulmakta olduğumuzu düşünüyordum. Başbakan eşinin o yüzden hastaneye sokulmadığı haberiyle hortladı tartışma.
İster istemez o yılan hikâyesine dönüp bir gerçeği vurgulayayım.
"Başörtüsü sorunu" çoğumuzun sandığı gibi dinsel değil, sınıfsal bir konudur.
Hiç unutmam. Lise öğrencisiydim. Annemin arkadaşı şık bir hanım yemeğe gelmişti. Ablamı isteyen bir gencin artıları eksileri konuşuluyordu. Delikanlının çok yakışıklı, çok nazik, çok
"iyi okumuş" olduğunu, dönemin ünlü aktörü Charles Boyer'e benzediğini, geleceğinin
"parlak" göründüğünü söyleyenler vardı. Ama konuk hanım karşı çıktı kesinlikle:
"Deli misiniz? Anası başörtülü!"
Ben lafa karıştım, Salacak'taki yalıda yaşayan yatalak anneannemin de başörtülü olduğunu hatırlattım. Aynen şöyle oldu yanıt:
"O eski kadın, Osmanlı'dan kalma. Şimdi başörtüsünü kapıcı karıları takıyor."
"Kapital" ciltlerini hatmetmeye çalışmakta olduğum dönemdi. Kapı emekçisi eşlerini asalak burjuva kadınlarından değerli gördüğüm gibi laflar etmeye başladım. Annem kaş göz işaretleriyle zor susturdu.
***
Kendimi bildim bileli
"aydın" yorumcularımızın bir büyük bilmeceyle boğuşmalarına tanık olmuşumdur:
"Bizde muhafazakâr partiler emekçilerden oy alıyor da, daha soldakiler niçin alamıyor?"
Yanlış varsayımdan yola çıkılınca doyurucu yanıta ulaşılamaz tabii. Onların
"daha solda" dediği partileri emekçiler kendilerine yakın görmüyor ki oy vermeleri söz konusu olsun.
Laiklik yandaşlığı ya da düşmanlığı hikâyelerini, sivil-asker karşıtlığı vırvırlarını bir kenara bırakıp somut duruma bakalım. Soralım işçiye, köylüye, esnafa, altta kalmış sınıftaki bütün insanlarımıza:
"Başı örtülü diye bir hanımın bir hastayı ziyaretine izin verilmemesini nasıl karşılıyorsun?"
Kaçta kaçı
"İyi etmişler" der sizce?
"Biz baş örtülmesine değil, belirli biçimdeki örtünün siyasal simge yapılmasına karşıyız" türünden açıklamalar havada kalıyor yığınların gözünde. O tutumu kendilerinden olmayanların üstünlük taslamasının belirtisi gibi görüyorlar.
Politika sorunu değil bu. Toplumsal iklim konusu.
Daha insancıl bir iklime kavuşmadıkça ülkeye huzur gelmez. İktidara kim gelirse gelsin...