Gazete yazarlığı neye yarar?
Bilgiçlik taslayarak ahkam kesmeye, gerekli yerlere yaranmak için safsata savunmaya, acayip maaşlara konup saltanat sürmeye mi? Kimi zaman kimi yerde öyle oluyor.
Söz konusu uğraşın doğru işlevi de var: iyi niyetle yapılınca akıl karışıklıklarını giderir, kafalarda konuları netleştirir.
O neye yarar?
İleriyi görebilmeye.
Meslekte görevin yerine getirilip getirilmediği belirlenirken kullanılacak birinci kıstas da şudur: Yorumcunun dediği uzun vadede çıkıyor mu, çıkmıyor mu?
Övünmek için değil, bundan sonraki uyarılarımın işe yaraması olasılığını artırmak umuduyla söyleyeyim. İçim rahat. Görevimi yapmışım.
***
Milliyet'in arşivini internete aktarması iyi oldu. İsteyen hemen açar, bakar sicilime. Müneccim kakası yemiş gibi gelişmelerin gerçekleşmesinden yıllar önce bir sürü kehanette bulunmuşum. Mealen birkaç örnek:
"Yabancıların oyununa geliyoruz. Gençler kışkırtılarak vuruşturuluyor. Faşist darbe yakın." (Dinleyen yoktu.)
"Sımsıkı kapalı ekonomimizde açılım kaçınılmazdır. Türk Parasını Koruma Kanunu adlı rüşvet tezgahı bir an önce kaldırılmalı." (Demirel kesinlikle olmaz diyordu.)
"Bürokratik despotluğa dönüşen Sovyetler Birliği yıkılacak." (Solcu dostların gözünde aforoz gerektiren bir sözdü bu.)
"Kapitalizm er geç büyük bir krize girecek." (Ünlü ekonomi uzmanlarımız artık akıllanıldığı için önlem alındığını, bir daha öyle şey yaşanmayacağını savunuyorlardı.)
"Çin süper güç olacak." (Bir meslektaş hayalciliğimle dalga geçmişti.)
***
Peki, bugün genel tabloyu nasıl görüyor, vatandaşlarımın hangi uyarıyı ciddiye almalarını rica ediyorum?
Tartışmaların netleşme sağlaması için ilk koşul apaçık konuşmaktır. Öyle yapayım.
Toplumumuzdaki temel çatlak
"Aysun sorunu" dediğim görüş ayrılığıdır. O hanım kızımız çoğu kişinin kafasındaki ağza alınmaz isyanı pattadak dile getiriverdi:
"Dağdaki çobanın oyu benimkiyle bir mi olmalı?"
Herkes ayağa kalktı ama yerinde bir sorudur. Somut gerçek:
Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler işlerliği olan parlamentolu düzen kurmadan, çobanlara siyasal ağırlık vermeden kalkındılar hızla. Çin de öyle yapıyor.
Biz?
"Çok partili rejime erken geçtik" diyenlerimiz, hatta
"hatadan dönülmesini" kapalı kapılar ardında önerenlerimiz yok değil. Öyle bir yol denemenin haklı ve şık olup olmayacağı bir yana, küçük bir engel var önünde:
Mümkün değil.
Yolun burasına gelmişken çobanlarımızın ellerindeki oyları geri alamazsınız. Denerseniz dayak yersiniz. Onlar daha kalabalık; direnmeyi de öğrendiler.
Soner Çağaptay adlı biri Newsweek dergisinde
"Atatürk'ü Terk" başlıklı yazı yazdı.
"Türkiye'nin laik seçkinleri havlu attılar" diyor.
Bu bağlamda yenmekten yenilmekten söz etmek sorunu çıkmaza sokar. Çözüm yaklaşım farklarının kavgaya yol açmaması, herkesin birbirini zorlamadan yan yana yaşamasını sağlayacak dengenin oluşmasıdır.
"Ama çoban iyi kokmuyor, hart hart kaşınıyor, çocukların önünde kurban boğazlıyor, karısının başını açıp saçlarını rüzgârda güzelce savurmasına izin vermiyor. Ya dağdan iner de benim karımın saçına başına karışırsa?"
Çoban dağdan indi çoktan. Para kazandıkça inceliyor. Haklarını savunmayı öğrendiği gibi, başkalarının haklarına saygı göstermeyi de öğrenecek.
Arada ne olacak?
Önce siz onu adam yerine koymaya alışacaksınız. Mutlu sona ulaşmanın başka yolu yok.
Tamam mı dostlar? Tamam deyin de rahat uyuyun.