Geçtiğimiz 7 Ekim, İsrail'in Gazze'ye en ağır silahlarıyla saldırmaya başlamasının birinci yıldönümü idi. İsrail bu bir yıl içerisinde 41 binin üzerinde Filistinli sivili öldürmüş, 100 bine yakınını yaralamış ve 1,5 milyondan fazla Gazelli Filistinliyi yaşadıkları evlerden-kasabalardan sığınma kamplarına sürmüştür. Eşine az rastlanır bu caniliğin durdurulması için uğraşan Türkiye gibi ülkelerin çabalarına rağmen, İsrail'in yanındaki Batı koalisyonun bütün insani değerleri hiçe sayarak verdikleri destek, İsrail'in daha da pervasızlaşmasına yol açmış ve açmaya da devam etmektedir.
İsrail'in karşısında açıkça tavır alan bazı ülkelerin girişim ve destelerinin yanı sıra BM Genel Kurulu'nun da çabalarıyla İsrail'e karşı bazı hukuki süreçler başlatılabilmiştir. Bunlardan Uluslararası Adalet Divan'ındaki soykırım davası ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'ndeki soruşturmalar devam etmektedir.
SETA için hazırlanan ve İsrail'in 7 Ekim'den bu yana gerçekleştirdiği saldırılar ile ne tür uluslararası hukuk ihlalleri gerçekleştirdiğini el alan rapor geçtiğimiz gün kamuoyu ile paylaşıldı. "7 Ekim 2023 ve Sonrasında İsrail'in Gazze Saldırıları ve Uluslararası Hukuk" başlığını taşıyan ve şahsım ve Fethullah Bayraktar tarafından hazırlanan rapor, İsrail'in kuruluşundan bu yana hukuk ihlallerini özetlemekte, Filistin'in devlet olma niteliğine değinmekte ve esas olarak da İsrail'in 7 Ekim'de Gazze'ye başlattığı saldırılarla ne tür ihlaller gerçekleştirdiğini, bu ihlallerin hangi suçlara yol açtığını ve İsrail'e karşı devam eden uluslararası yargısal süreçlerin neler olduğunu ele almaktadır. (Söz konusu çalışma için bkz: https://www.setav.org/rapor/7-ekim-2023-ve-sonrasi-israilin-gazzeye-saldirilari-ve-uluslararasi-hukuk )
Raporda ön plana çıkan hususları özetlemek, meselenin hukuki boyutlarının bilinmesi açısından fayda sağlayacaktır. Bir yılı aşkındır süren saldırılar boyunca İsrail'e karşı işletilmeye çalışılan uluslararası siyasi mekanizmalar nerdeyse hiçbir sonuç üretmemiş, saldırılar geçici olarak dahi durdurulamamıştır. Siyasi mekanizmaların başarısızlığına rağmen, İsrail'in uluslararası hukuk ihlallerinin yargı süreçlerine intikal ettirilebildiği bir süreç işlemektedir. Bu bağlamda İsrail'in uluslararası hukuk ihlallerinin yargı süreçler vasıtası ile tespitine katkı sağlamak, yargısal süreçler yolu ile Filistinlilerin ihlal edilen temel haklarının neler olduğunun tespit edilmesine, haklarının iadesinin ve zararların tazmininin temellerinin oluşturulmasına ve uygun şartlar oluşursa sorumluların cezalandırılmasına katkı sağlayacaktır.
Tarihsel olarak bakıldığında BM Genel Kurulu'nun 29 Kasım 1947 tarihinde aldığı 181 sayılı karar sonrasında Filistin topraklarında 15 Mayıs 1948 tarihinde İsrail adı ile bir devlet kurulduğu ilan edilmiş, ancak o tarihlerde bir Arap devletinin kurulduğuna dair bir ilan olmamıştır. Filistin devleti 15 Kasım 1988 tarihinde resmen ilan edilmiştir.
İsrail, ilan edildiği günden bu yana Filistin Arap devleti için öngörülen toprakları aşamalı olarak işgal etmiş, Uluslararası Adalet Divanı'nın 2004 yılında verdiği danışma görüşünde belirttiği gibi, Filistinli direniş grupları karşısında İsrail'in işgal ettiği topraklarda "meşru müdafaa" hakkından bahsetmek hukuki olmayacaktır. Kaldı ki, 7 Ekim'den bu yana devam eden saldırılarda orantılılık ve gereklilik gibi meşru müdafaanın temel unsurları açıkça ihlal edilmektedir. Kaldı ki, Hamas'ın sivil ölümlere yol açan saldırıları hukuken de sorgulanabilecekken, Hamas'ın bir terör örgütü olmaktan ziyade Filistin topraklarında işgalci statüde bulunan İsrail'e karşı kurtuluş mücadelesi yürüten bir yapı olduğu kabul edilmek durumundadır.
Savaş esnasında uyulması gereken kuralların temel amacı, bir yandan savaşanların gereksiz acı çekmelerinin ve gereksiz ölümlerin engellenmesini diğer yandan da savaşı dışı kalmış ya da savaş dışı olan kişilerin savaşın olumsuz etkilerinden korunmasını sağlamaktır. Bu bağlamda yaralı ve hastalar, savaş esirleri ve siviller korunması esas olan kişi gruplarıdır. Silahlı çatışmalar esnasında uyulması gereken kuralların ihlalleri, niteliklerine göre kişisel cezai sorumluluk doğuran, "barışa karşı suçlar (saldırı suçu), "savaş suçları", "insanlığa karşı suçlar" ve/veya "soykırım suçu" nu oluşturmaktadır.
Savaş suçları bakımından değerlendirildiğinde, 7 Ekim 2023 ve sonrasında İsrail'in gerçekleştirdiği eylemlerin en ön plana çıkanının, hava ve topçu saldırıları ile sivilleri kasten öldürmek ya da yaralamak olduğu görülmektedir.
Sivil yerleşim yerlerinin ve sivil alt yapının saldırı hedefi haline getirilmesi, askeri gereklilik olmadan, yasa dışı ve keyfi olarak mülkiyetin yaygın yok edilmesi veya sahiplenilmesi, hastanelere ve sağlık kurumlarına saldırılar yapılması, Gazze'de Filistin halkına insani yardım ulaştıran ve temel ihtiyaçların karşılanmasına destek olan UNRWA gibi BM kurumlarına ve yardım konvoylarına saldırılar düzenlemesi, hukuka aykırı sürgün ya da nakletme ya da hukuka aykırı alıkoyma veya işgal edilmiş topraklardaki insanları sürme eylemleri dikkat çeken diğer savaş suçlarıdır.
7 Ekim'den bu yana, İsrail Ordusu'nun sistematik olarak Filistinlileri cinsel aşağılamalara ve istismara maruz bırakması, özellikle Batı Şeria'da ve Doğu Kudüs'te çok sayıda sivili hukuki güvencelerden yoksun bir şekilde gözaltına alması, en az 195 tarihi alanı, 208 camiyi, 3 kiliseyi ve Gazze'nin Merkez Arşivlerini (150 yıllık tarih) yok etmesi de birer savaş suçu oluşturmaktadır.
İsrail'in saldırıları esnasında insanlığa karşı suçların da yaygın bir şekilde işlendiği görülmektedir. Yukarıda belirttiğimiz ve savaş suçları oluşturan eylemler, aynı zamanda insanlığa karşı suçların eylemsel unsurlarını da oluşturmaktadırlar. İsrail'in yukarıda sıralanan eylemlerinin "bilerek herhangi bir sivil topluluğa yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlendiği" ne dair delillerin mevcudiyeti, bu eylemlerin aynı zamanda insanlığa karşı suçları oluşturduğunu da göstermektedir.
Bu bağlamda, İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant'ın, "Tüm kısıtlamaları kaldırdım, her şeyi kullanıyoruz"; İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un, Filistinli sivilleri de kastederek "dışarıdaki bütün bir ulus… sorumlu" ve "omurgalarını kıracağız"; İsrail silahlı kuvvetleri sözcüsü Daniel Hagari'nin, orantısız ve ayrım gözetmeyen bir şiddet stratejisinin odak noktalarının "azami hasar" olduğunu ifade etmeleri, İsrail Hükümeti'nin sistematik olarak sivilleri hedef aldığının açık kanıtlarıdır.
İsrail'in eylemlerinin insanlığa karşı suçların ötesine geçerek, Gazzeli Filistinlileri "kısmen ya da tamamen yok etme niyeti" le hareket edilip soykırım suçu oluşturduğuna dair de güçlü emareler bulunmaktadır. Hem cumhurbaşkanı, başbakan ve savunma bakanı düzeyindeki yetkililerin yukarıda belirtilen açıklamaları hem de İsrail'in, halkın "kısmen ya da tamamen yok olacakları şartlara tabi" tutulmaları göze çarpan delillerdir. Özellikle, çocukların bir toplumun gelecekteki gelişimi için önemi düşünüldüğünde, onlara ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek "grubu tamamen veya kısmen yok etme" niyetinin bir başka göstergesi olarak yorumlanabilir.
Uluslararası silahlı çatışmalar hukuku kurallarının ihlali, yukarıda belirtilen suçları oluşturmanın ötesinde bu suçları işlediği iddia edilen kişilerin, resmi pozisyonları ya da görevlerine bakılmaksızın ulusal ya da uluslararası mahkemelerde yargılanmalarını da gerektirmektedir.
Filistin Devleti, 1 Ocak 2015 tarihinde Mahkeme'den 13 Haziran 2014'ten itibaren herhangi bir zaman sınırlaması olmaksızın "işgal altındaki Filistin topraklarında işlenen suçlar da dahil olmak üzere" Filistin ülkesinde suç işleyenlerin soruşturulmasını ve yargılanmasını talep etmişti. Filistin Devleti, aynı yılın Mayıs ayında Mahkeme kurucu antlaşmasına taraf hale geldikten sonra Savcı, incelemelerini taraf bir devletin ülkesine dair inceleme şeklinde yürütmeye başlamıştır. Mahkeme'nin yargı yetkisinin Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze de dahil olmak üzere Filistin'in işgal altındaki topraklarını da kapsadığına hükmedildiğinden Mahkeme'nin yargı yetkisi İsrail'in Gazze'ye 7 Ekim 2023'den bu yana gerçekleştirdiği saldırıları da kapsamaktadır.
Gazze'deki saldırılar bağlamında elde edilen deliller üzerine Savcı, 20 Mayıs 2024'de I numaralı Ön Yargılama Dairesi'ne başvurarak savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar üzerinden İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama talep etmiştir.
Uluslararası silahlı çatışmalar hukuku kurallarının ihlali, ilgili devletin hukuki sorumluluğuna da yol açan eylemlerdir. Güney Afrika Cumhuriyeti, İsrail'in de taraf olduğu Soykırım Sözleşmesi'nin 9. maddesine dayanarak, 7 Ekim 2023 ve sonrasında Gazze'de gerçekleşen eylemler bağlamında İsrail aleyhine 29 Aralık 2023 tarihinde Uluslararası Adalet Divanı'na başvurmuştur. Şu ana kadar Nikaragua, Kolombiya, Libya, Meksika, Filistin, İspanya ve Türkiye davaya müdahil olma dilekçesini Divan'a sunmuşlardır. Divan şu ana kadar 26 Ocak 2024, 28 Mart 2024 ve 24 Mayıs 2024 tarihlerinde İsrail'in alması gereken önleyici tedbirleri içiren kararlar almıştır. Divan önündeki yargı süreci devam etmektedir.
UAD önünde devam eden ve İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları ile ilgili bir dava da, İsrail'in "Gazze'de gerçekleştirdiği soykırım eylemlerine" destek verdiği iddiası ile Nikaragua'nın Almanya aleyhine 1 Mart 2024 tarihinde açtığı davadır. Nikaragua başvurusunda Divan'dan Almanya'nın, "Gazze Şeridi'ndekiler de dahil olmak üzere Filistin halkına karşı işlenen ve işlenmekte olan soykırımı önleme yükümlülüğünü yerine getirmekte başarısız olduğunu, ayrıca Sözleşme'yi ihlal ederek soykırımın işlenmesine katkıda bulunduğunu", "uluslararası insancıl hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiğini", tespit etmesini talep etmiştir.
Uluslararası hukuki süreçlerin siyasi süreçlerle desteklenmesi elzemdir. İsrail ve onu destekleyen devletler karşısında diğer devletlerin daha güçlü bir birliktelik oluşturarak uluslararası hukuk prensiplerini ve yargısal süreçleri İsrail'e karşı işletecek daha büyük bir güç oluşturmaları gerekir. Aksi takdirdi belirtilen hukuki tespitler ve yargısal süreçler sadece kağıt üstünde kalmakla sonuçlanacaktır.