Tüm Türkiye'yi derinden sarsan deprem felaketinin ardından, büyük bir seferberlik ve birliktelik ruhu ortaya çıkmış durumda. Bir yandan arama-kurtarma çalışmaları devam ederken, diğer yandan Türkiye'nin dört bir yanından yola çıkan yardımlar AFAD koordinasyonunda afetzedelere ulaştırılıyor. Geniş bir bölgede, milyonlarca insanı etkileyen deprem felaketi ve sonrasında yaşananlar, kriz döneminde iletişiminin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
Kitle iletişim araçları, birbirinden uzak mesafede yaşayan vatandaşların, krizlere ve felaketlere ilişkin ortak bir bilinç ve duygu geliştirmelerinde her zaman önemli rol oynamıştır. Felaketin kapsamı ve büyüklüğü konusunda medya tarafından üretilen bilgi sayesinde, vatandaşlar birlik ve dayanışma duygusunu geliştirebilmektedirler. Bu nedenle, medya yoluyla üretilen ve aktarılan söylemler önem kazanmaktadır.
Medyanın Birleştirici Rolü
Televizyonlar ve gazeteler başta olmak üzere, kitle medyası, afet hakkında ürettiği aynı bilgiyi, toplumun farklı kesimlerini kapsayan geniş bir izleyici kitlesine aktardığında, bu izleyiciler açısından ortak bir toplumsal deneyim yaratılmasına katkı sunmaktadır. Daha basit bir ifadeyle medya, ulusal birlik ve dayanışma duygusunun inşa edilmesinde, önemli bir paya sahiptir. Gazetecilerin gün boyunca aktardığı bilgiler, tüm Türkiye'de ekranları başında izleyenlerin, sanki oradaymışçasına bir duygu ve anlam üretmelerini sağlamaktadır. Bu sayede, yakınlarını kaybedenlerin acısını bütün bir ülke paylaşabilmekte, enkazdan çıkan mucize kurtuluşlara hep birlikte sevinebilmekteyiz.
Depremin ilk gününden itibaren, siyasilerden de afete ilişkin birlik ve dayanışma ruhunu destekleyecek söylemlerin kullanılması yönünde çağrılar gelmiştir. Çoğu siyasi lider, bu konuda dikkatli bir dil kullansa da olumsuz örnekler de yaşanmıştır. Toplumu bir arada tutan ortak duygu ve anlamların ortadan kaldırılması, toplumsal dayanışmayı da zedeleme tehlikesini barındırmaktadır. Enkazdan çıkan mucize bir kurtuluşa, herkesin tek yürek olarak sevinmesi yerine, bu kurtarma faaliyetini hangi grubun yürüttüğünün tartışıldığı bir ortam yaratmak isteyenlerin amacının, bu toplumsal dayanışma ruhunu bozmak olduğu söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, ayrıştırıcı söylemler, kriz dönemlerinde arama-kurtarma ve yardım faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyecektir. Ayrıca, afetten doğrudan etkilenen kişiler ile diğer bölgelerde yaşayan bireyler arasındaki birlikteliği de zedeleme tehlikesini taşımaktadır.
Kriz İletişiminde Sosyal Medya
Deprem haberi, haber kanallarına yansımadan önce, ilk kez kullanıcılar tarafından sosyal medyada duyurulmuştur. Enkaz altında kalan bazı vatandaşlar, sosyal medya paylaşımları yoluyla yardım çağrısında bulunmuşlardır. Günümüzde, tüm dünyada sosyal medya artık bir alternatif mecra değil, doğal afetlerde ve kriz iletişimlerinde, göz ardı edilemeyen bir ana mecra haline gelmiştir.
Sosyal medya, öncelikle kriz iletişimi senaryolarını dönüştürmüştür. Bugüne kadar, yukarıdan aşağıya doğru bir bilgi aktarımı modeli hakim iken, artık kullanıcıdan kullanıcıya, yatay bilgi akışı modeli hakim hale gelmiştir. Deprem sürecinde en önemli aktör olan ve bütün süreçleri yöneten/koordine eden kuruluş olan AFAD, kamuoyunun bilgilendirilmesi konusunda, birincil kaynak konumundadır. Yaşanan afetin boyutu, mevcut durum hakkındaki en güncel bilgiler, yapılanlar ve yapılacaklar gibi konularda, vatandaşlar ilk elden ve güvenilir kaynaktan bilgilendirilmektedirler. Ancak dönüşen iletişim ekosisteminde, kriz sürecinde birçok aktör bilgi üretme ve etkileşim kurma imkânına sahiptir. Sivil toplum kuruluşları, gazeteciler, sanatçılar, sosyal medya fenomenleri, sıradan kullanıcılar ve sahte hesaplar, birbirinden bağımsız bir şekilde, bir bilgi akışı oluşturmaktadır. Bu durum, kriz iletişimini daha karmaşık bir hale getirmektedir.
Olumlu açıdan bakıldığında, sivil aktörler, sosyal medya üzerinden yerel, ulusal ve küresel düzeyde ağlar kurarak, krizin birlik ve dayanışma içerisinde atlatılmasına katkı sunmaktadırlar. Sosyal medyadan duyurulan bir yardım çağrısı, en yakın kullanıcı tarafından, daha hızlı ve maliyetsiz bir şekilde karşılanabilmektedir. Zaman ve emek gibi kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlamaktadır. Ayrıca, sosyal medya verileri, çeşitli yöntemlerle analiz edilerek krizin daha etkili yönetilmesine ilişkin, yetkililere daha fazla bilgi de sunabilmektedir. Duyurular, kampanyalar eş zamanlı şekilde ve hızlı biçimde istenilen hedef kitleye ulaştırılabilmektedir.
Ancak sosyal medyanın kriz yönetiminde, olumsuz etkileri de olabilmektedir. Yanlış bilginin dolaşıma girmesi, dezenformasyon faaliyetlerine sahne olması, toplumda kutuplaşmayı arttırması ve nefret söylemini yaygınlaştırması gibi zararları gözlemlenmektedir. Bu tür tehditlere karşı, öncelikle kriz yöneticilerinin önlemler geliştirmesi beklenmektedir. Örneğin, Anadolu Ajansı'nın yayınlamakta olduğu Teyit Hattı, sosyal medyada ve televizyonlarda dolaşıma giren yanlış bilgilerin düzeltilmesi konusunda, önemli bir rol oynamaktadır. Diğer yandan, tüm sosyal medya kullanıcılarının bu tür dezenformasyon faaliyetlerine karşı dirençli olmalarını sağlayacak faaliyetlerin de yürütülmesi etkili olacaktır. Afet döneminde birlik ve beraberliği vurgulayan içerikleri zenginleştirmek üzere, hashtag kampanyalarının düzenlenmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
Son olarak, bütün bu süreçte afetzedelerin içerisinde bulunduğu zor durum hakkında, tüm izleyicilerin/kullanıcıların farkındalık sahibi olması beklenmektedir. Sosyal medya konusunda daha dezavantajlı konumda olan yaşlılar, engelliler ve çocuklar gibi gruplara yönelik özel kampanyaların planlanması da önemlidir. Zira, bu gruplar sosyal medyada kendi seslerini yeterince duyuramadıkları gibi, bu mecralardaki dezenformatif içeriklerin de bir parçası haline gelebilmektedirler. Tüm kullanıcıların, bu zor süreçte gerekli hassasiyeti göstermesi beklenmektedir.