Antik metinlerde anlatılan bir öykü var. Konfüçyüs mezarlıkta bir kadınla karşılaşır ona 'yasta görünüyorsun' der. Kadın, 'bir oğlum daha kaplanlar tarafından öldürüldü' cevabını verir. Konfüçyüs, 'oğullarını kaplanlar öldürüyorsa neden burayı terk etmiyorsun' diye sorar. Kadının cevabı oldukça manidar ve bir o kadar da tarihidir. Kadın, 'kaplanlar var ama burası iyi ve adil yönetiliyor' der. Siyasal düşünürler bu öyküyü adaletsiz ve kötü yönetimin kaplanlardan beter olduğuna örnek diye anlatırken 'adalet' kavramının önemine vurgu yaparlar.
Adaletin tesisi ve iyi yönetim, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de tartışmaların devam ettiği bir sorun alanı. Türkiye özelinde hukukun uzun zamandır 'siyasallaşması ve keyfileşmesi' ülkeye ağır bedeller ödetirken, toplumun 'güven duygusunu' zedeledi. Her on yılda bir yapılan darbeler problemleri çözmek yerine, süreklilik arz eden bir 'devr-i sabık psikolojisi' yarattı. Bir kaşık suda kopartılan 'olağanüstü hal' durumuyla 'adalet duygusu' hasar gördü ve yeni müdahaleler için gerekçe hazırlandı. Bu süreci eski Türkiye'nin 'korkular üzerinden yönetme ve vasilerin egemenliğini güçlendirme' pratiği olarak okuyabiliriz.
Eski usullerle yeni düzen kurulabilir mi?
Türkiye, son on yılda iktisadi-toplumsal ve politik alanda yoğun bir yeniden yapılanma sürecine girdi ve yeni bir sosyoloji oluştu. Bu süreçte adalet sistemi de önemli bir değişim ve dönüşüm geçirdi. Gerçekleştirilen yasal ve idari düzenlemelerle, yargının, yasama ve yürütme üzerindeki 'yüzyıllık vesayet'i tedricen geriletildi.
Türkiye'de vesayet sorunu zaman zaman özne problemi olarak takdim edilse de son tahlilde daha çok zihinsel soruna karşılık geliyor. Bu tezin sağlaması hususi mahkeme tartışmalarında bir kez daha yaşandı. Bu süreçte nitelikli hukuki bir tartışma yapılmadığı gibi yanlış bir neden-sonuç üzerinden, eksik bir politik çıkarsama yapılıyor. AK Parti, geçmişin hatalı uygulamaları örnek gösterilerek yeni bir yanlışa sürüklenmek isteniyor. Yeni Türkiye, darbecilerin dahi adil yargılandığı bir ülke olmak durumunda. AK Parti, muktedirler karşısındaki gücünü onların yöntemlerine müracaat etmemesinden ve adil yönetimden vazgeçmemesinden alıyor.
Yanlış varsayım, hatalı çıkarsama!
Özel mahkemelerin gerekliliğini savunanlar, meseleye yargı-yürütme erki arasındaki vesayet sorunu üzerinden değil, özneler üzerinden bakıyorlar. Açık ifadesiyle vesayetin her türlüsüne karşı çıkmayıp eski Türkiye'nin komitacı mantığıyla yeni bir juristokrasi kurmayı amaçlıyorlar. 'Arınma sürecinin bitmediğini' ve bazı davalarda sorun çıkacağını dile getirenler, bu süreçte siyasal iradenin tavrını ve on yıldır verilen mücadeleyi yok sayma yoluna gidiyorlar. Maharetin, özel yetkili mahkemelerde değil, bu mahkemelere herkese dokunabilirsin özgüveni aşılayan siyasi irade de olduğu bilinçli biçimde yok sayılıyor.
Düzenin restorasyonu sürecinde oluşan iklimin etkisiyle başlayan davaları, 'uzun tutukluluk süreleri, usul hataları ve bazı isimlerin özgüven zehirlenmesiyle' amacı dışına çıkaranlar, yapılacak düzenlemenin 'hata' olduğunu söylüyorlar. Başbakan'ın, eski Genel Kurmay Başkanın tutuksuz yargılanması gerektiği söylediği bir yerde kamuoyu vicdanını yaralayan, kişisel şova dönüştürülen uygulamalarla Türkiye'nin demokratikleşme ve reform süreci gölgeleniyor. Benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Bunun da ötesinde darbeleri mahkemelerin değil, toplumun ve yurttaşların siyasal bilincinin önleyeceği gerçeği unutularak, halka rağmen halkçılık yapılıyor. Bu süreç hukuki meşruiyeti güçlü davaların, siyasallaşarak toplumsal meşruiyetlerini yitirmesine neden oluyor.
Son tahlilde adı ne olursa olsun olağanüstü yargılama usullerinde ısrar etmek, eski sistemin sorunlarını temizlemekten çok yeni müdahalelere zemin hazırlayacak bir psikolojik hoyratlığa kapı aralıyor. Usulün esastan önce geldiği unutulduğunda, beklenen sonuç da alınamaz. Zaman gelip de arşivler açılıp MİT krizinde yaşanan diyaloglar gün yüzüne çıktığında, bu mahkemelerin durumu ve bizlerin neyi kast ettiği daha net anlaşılacaktır.