Türkiye'nin en iyi haber sitesi
UFUK NECAT TAŞÇI

Makul Müşterek mi, Muhkem Çekişme mi? Netanyahu-ABD Gerilimi

17 Haziran Pazartesi günü, İsrail'in sekiz ayı aşkın süredir devam eden Gazze soykırımında belki de bir dönüm noktasına sahne oldu. Katil İsrail rejimi Başbakanı Netanyahu'nun, savaşın başlamasından birkaç gün sonra kurduğu savaş kabinesi, Benny Gantz ve Gadi Eisenkot'un istifası akabinde Netanyahu tarafından feshedildi.

Hizbullah ve İsrail arasındaki gerilim, İsrail'de Netanyahu'yu protesto eden ve dinmek bilmeyen gösteriler ve Washington-Tel Aviv arasında gittikçe artan tansiyon akabinde gerçeklesen bu gelişme, elbette pek çok farklı ihtimali içinde barındıran bir denklem oluşturacak. Benzer şekilde, ABD, İsrail ve bölgenin siyasi dinamiklerini de şekillendirebilme kapasitesi olan bu gelişme, gelecekte büyük bir ihtimalle siyasi tarihte yerini fazlasıyla alacak.

Şu anda siyasi ömrünü uzatabilmek adına "sınırları" aşmış, metodolojik anlamda etik kaygılar taşımadan var olmaya, var olurken de amansızca yok etmeye ve katletmeye devam eden bir Netanyahu ve onun kontrolünü tamamen yitirmiş bir ABD söz konusu. Artık ikili ilişkilerde de kamuoyundan dahi gizlenemez hale gelen bu gerginliğin sebepleri ve muhtemel sonuçları, üzerinde çokça düşünülmeye en namzet konulardan birisi. Çünkü ortaya çıkacak cevap, bugüne kadar süregelen en kadim tartışmalardan birisinin; "ABD mi İsrail'i, yoksa İsrail mi ABD'yi kontrol ediyor"un bulunması anlamını taşıyacak.

Şüphesiz ki ABD'yi Netanyahu ile zorlu bir dönemece sokan mesele Gazze'de on binlerce sivilin İsrail tarafından katledilmesi, Gazze'nin soykırım ve kent kırıma uğraması, BM raporlarına göre Gazze'de kırk bin tonluk moloz ve enkazın ortaya çıkması veya savaş kabinesinin dağılması değil. ABD'nin soykırımın ilk gününden beri ve tarihsel sürecin tamamında İsrail'e ne denli destek olduğu herkesin malumu. Benzer şekilde ABD'nin asıl endişesinin şehit edilen mazlumlar veya Filistinliler olmadığı da öyle. ABD'nin, bilhassa Biden yönetiminin birincil derdi İsrail'in sahada askeri olarak kaybettiği, başarısızlığa uğradığı noktada stratejik kazanımlarının da tehlikeye girmesi. İsrail'e karşı ayağa kalkan insanlığın kolektif vicdanı, İsrail ile normalleşme aşamasına kadar gelen Arap ülkelerinin artık bu hususu uzun süre dillendiremeyecek oluşu ve de ABD'nin Suudi Arabistan ile yaptığı kapsamlı anlaşma.

Bunlara ek olarak İsrail'in Netanyahu yönetiminde Lübnan'a yönelik olası bir harekatı ve Hizbullah ile olası savaş, Biden'ın seçimler öncesi en son isteyeceği senaryo. Her ne kadar basına yansıyan kısmı ile bilinse de ABD yönetimi ile Netanyahu arasındaki gerginliğin dönüm noktası aslında Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde (UCM) birkaç hafta önce Netanyahu'ya yönelik çıkarılan yakalama kararı oldu. Uluslararası medya organlarının pek çoğu, bu yakalama kararını UCM Başsavcısı Kerim Han'ın ABD onayı olmadan alamayacağını işlediler. Nitekim ABD'nin arka planda bu kaotik süreci Netanyahu'ya ihale ederek bitirmeyi amaçladığı iddiası oldukça muhtemel.

İsrail içerisindeki protestoların kısmen de olsa ABD tarafından desteklendiği, UCM'nin Netanyahu'yu durdurma aparatı haline geldiği, İsrail iç siyasetinde ABD ile yola devam etmeyi tercih eden Gantz gibi aktörlerin gemiyi terk ettiği bir ortamda, köprülerin çoktan atıldığını söylemekte bir beis yoktur. Bu gerilimi zorlu kılan hususlardan birisi ABD ile yeni bir yol haritası çizmek isteyen Gantz ve diğer önemli isimlere rağmen Netanyahu'nun İsrail'in en uzun süre başbakanlık yapan siyasi figürü olduğu gerçeğidir. Neredeyse on yedi sene boyunca görev alan Netanyahu'nun İsrail içerisinde kendi oluşturduğu bürokratik/askeri kadrolar sayesinde ABD'ye meydan okuyacak kudreti kendisinde gördüğü ise bir diğer gerçektir.

Tam olarak böyle bir ortamda muhtemel birkaç senaryo kesinlikle ele almaya değer. ABD'nin Hizbullah ile direkt bir savaşı kesinlikle arzulamadığı, Netanyahu'nun ise Gazze soykırımına rağmen yaşadığı başarısızlığı yeni bir "kriz" ile örtmek istediği bir atmosferden bahsediyoruz. Bu bağlamda daha önce de çeşitli vesileler ile ifade edildiği üzere Netanyahu'ya bir suikast düzenlenmesinden iç siyasette çok daha kaotik bir ortamın yine ABD eliyle organize edilmesi dahi mümkün. Karşılıklı ağır suçlamalar, restleşmeler ve çetin bir "var olma" mücadelesi ortasında, önümüzdeki dönem bize uzun yıllardır cevabı bulunamayan "kim kimi yönetiyor" sorusunun da cevabını verecek.

Suikast veya iç siyasi baskıya ek olarak, İsrail ordusu içerisinden de Netanyahu'ya karşı ordu merkezli bir "itaatsizlik" hamlesi gelebilir. Şu an İsrail'de seçim olsa, kendi siyasi kariyerini Netanyahu'nunkinden ayırma sürecini tamamlayan Ganzt'ın seçimleri kazanma ihtimalinin ne denli yüksek olduğu herkes tarafından biliniyor.

ABD'nin Suudi Arabistan ile yapmayı "hayati" addettiği geniş kapsamlı güvenlik anlaşması, bölgede yitirdiği dizginleri tekrar ele alma çabası, İsrail'in mevcut yönetimi yerine kendi stratejik amaçlarına daha uygun bir yönetim oluşturma isteği, Washington'u Tel Aviv'e karşı daha şahin ve katı politikalar izlemeye sevk edebilir. Asya-Pasifik'te kaynayan kazan, Rusya-Ukrayna savaşı, bölge genelindeki muhtemel istikrarsızlık ortasında ABD, şayet İsrail tarafından kontrol edilmiyorsa, kendi çıkarları adına agresifleşecektir. Bu bağlamda hem İsrail hem de Filistin için bir "savaşın ertesi" projeksiyonu ortaya koymaya mecburdur.

Bu doğrultuda, uluslararası toplumun Filistin lehine bir araya gelen vicdanı, birçok ülkenin Filistin'i tanımaya başlaması, diğer taraftan ise İsrail-ABD ilişkilerinde geri dönüşü olmayan başarısız bir sonuç, ABD'yi tabiri caizse kolu kanadı kırık bir hegemona dönüştürecektir. Dolayısıyla ABD'nin bir taraftan İsrail iç siyasetini her türlü aparatı kullanarak şekillendirmeye ve Netanyahu'dan ne şekilde olursa olsun arındırmaya çalışacağı söylenebilir. Aynı şekilde Netanyahu gibi bu soykırım sürecinde imajı ağır hasar alan bir diğer taraf olan "Abbas" yönetiminin değiştirilmesinin de uzak bir ihtimal olmadığı rahatlıkla ifade edilebilir. ABD'nin Netanyahu'nun bu siyasi ve askeri başarısızlığından "stratejik bir yenilgi" çıkarabilmek adına yeni bir statüko tesis etmek istemesini, sadece İsrail iç siyasetini dizayn ederek değil aynı zamanda Filistin tarafına da tanınmaya karşılık yeni bir yönetim dayatarak başarmaya çalışması beklenebilir. Son zamanlarda hem İsrail yönetimi hem de Hamas'ın adının Dışişleri Bakanı Blinken da dahil olmak üzere ABD'li yetkililer tarafından aynı cümleler içerisinde zikredilmesi bu şekilde yorumlanabilir.

ABD'nin bu hamleleri ve Netanyahu ile ilişkilerinin son durumu Machiavelli'nin Prens eserinde hayranlıkla bahsettiği Cesare Borgia'nın hikayesini hatırlatıyor. Dönemin önemli askeri ve siyasi liderlerinden olan Borgia, isyan çıkaran bir şehre zalim bir komutanını göndererek orada katliam yapmasını ve isyanı bastırmasını emreder. İsyanın sona ermesini müteakip ise halkın kendisine kin beslemesini önlemek isteyen Borgia, katliam yaptırdığı komutanı herkesin önünde öldürerek cezalandırır. Böylelikle hem katliamın sorumluluğunu üzerinden atar ve halkı bu ceza ile memnun ederek kendisine kin beslenmesini önler, hem de kendisine yönelik korku dolu bir saygı duygusu oluşturur.

Tıpkı Borgia gibi ABD, Netanyahu'dan alması gereken her şeyi almış, katliamını yaptırmış, şu anda Netanyahu'yu bitirerek sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor. Bu olay, gelecekte siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve sosyoloji açısından ibretlik bir vaka olarak incelenecektir. Yakın dönemde ise bölge ve dünya için ders niteliğinde bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA