Türkiye son dönemde AB ile ilişkilerinde yeni bir yaklaşım ve söylem geliştirerek ilişkilerin yeniden yapıcı bir forma dönüşmesi için yoğun çaba harcamaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, üst düzey danışmanlar ve bürokratlar, Türkiye-AB ilişkilerinin farklı yönlerine dair olumlu açıklamalarda bulunmaktadırlar. Bu açıklamaların yanı sıra AB yetkilileri ile diplomatik temas trafiğinde bir artış söz konusudur. Bu görüşmelerde somut güven artırıcı konu başlıkları ele alınmakta ve Doğu Akdeniz krizi nedeni ile sıkışan diplomasinin önü açılmaya çalışılmaktadır. Bütün bu çabaların sihirli bir değnek gibi kısa vadede sonuç vermesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ancak karşılıklı güven artıcı adımlar ve söylemler siyasi ilişkilerin ve işbirliklerinin önünde duran engellerin ortadan kaldırılmasına yönelik neticeler verebilir.
Türkiye-AB İlişkileri 2000'li yılların başlarında ivme kazanmıştı. Türkiye 1999 Helsinki Zirvesinde aday ülke statüsü kazandı ve 2005 yılında tam üyelik müzakerelere başladı. O dönemde Türkiye kamuoyunun çok önemli bir kesimi Türkiye'nin AB tam üyeliğine destek vermekteydi. AB ile ilişkilerin gelişmesi konusunda iyimserlik hakimdi. AK Parti hükümeti de benzer bir yaklaşımla AB üyelik reformlarına yönelik seri adımlar atmak niyeti ve motivasyonuna sahipti. Bu motivasyonu sivil ve askeri bürokrasinin direnci ile karşılaşsa da AB gündemi konusunda bir kararlılık söz konusu idi. Dönemin AK Parti hükümeti tüm risklerine rağmen Kıbrıs sorununun Annan Planı ile çözümlenmesine siyasi olarak destek vermişti.
Türkiye'nin 2000'li yılların başında aldığı risklere ve cesur adımlara rağmen, Türkiye-AB ilişkilerinde dışlanan ve cezalandırılan Türkiye ve Kıbrıslı Türkler olmuştur. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) engelleyici tavırları, Türkiye-AB ilişkilerinin ilerlemesinin önünde bir set oluşturmuştur. AB içerisinde Türkiye'nin tam üyeliğine karşı olan ancak bunu dile getirmekten çekinen kesimler ise Yunanistan ve GKRY'nin oyun bozucu rollerini desteklemişlerdir. Bu destek Yunanistan ve Rum kesimini daha küstah ve pervasız taleplerde bulunmasına neden olmaktadır.
Türkiye-AB ilişkilerini duraksatan taraf AB kanadı olmuştur. Dönemin Fransız Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy ve Alman Şansölyesi Angela Merkel Türkiye'nin tam üyelik serüvenine set çekmek için önemli adımlar attılar. İmtiyazlı ortaklık, hazmetme kapasitesi ve üye ülkelerde Türkiye'nin tam üyeliğe kabulü için referandum düzenlemesi gibi tartışmaları öne sürerek Türkiye'nin üyeliğine engel olmaya yönelik tartışmaları gündeme getirmişlerdir. Bugün için AB'nin Türkiye ile ilişkilerindeki makul ve müzakere yanlısı aktör konumunda görünse de Türkiye-AB ilişkilerindeki mevcut bozulmada Merkel'in önemli etkileri olmuştur. GKRY'nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile sorunlarını çözmeden AB'ye tam üye olarak kabul edilmesi ise daha sonraki dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin altına oyan temel gelişme olmuştur. AB'deki karar alıcılar GKRY'nin üyeliğinin Türkiye-AB ilişkilerinde oluşturacağı riskleri ve hasarı bilerek ve hesaplayarak adımlar atmışlardır.
Yunanistan ve GKRY, kendi "Enosis"lerini AB tam üyeliği formatında gerçekleştirmişlerdir. Bu birleşmenin bütün maliyetini de AB üyesi ülkelere ödetmişlerdir. Bunun da ötesine geçerek AB üyeliğinin verdiği öz güvenle Türkiye'nin çıkarlarını ve egemenliğini tehdit etmeye başlamışlardır. GKRY, Kıbrıslı Türklerin er ya da geç AB tam üyeliği vaadiyle adanın azınlık toplumu olmayı kabul etmesini ümit etmiştir. Bu ümitleri gerçekleşmemiş ve Kıbrıs Türk toplumu Türkiye'nin de desteği ile otonomilerini muhafaza edebilecekleri siyasi bir formülü benimsemişlerdir.
Türkiye, Ege ve Doğu Akdeniz'deki haklarını askeri yöntemlerle savunma kapasitesine sahip olsa da bu çabanın karşıtlarının oluşturduğu propagandaya alet olmamak için diplomatik çözüm yaklaşımını ön plana çıkarmaktadır. Türkiye açısından en gerçekçi seçenek AB yetkilileri ile temas ve eşgüdümleri artırarak Yunanistan'ın kendi sorunlarını AB sorunu haline getirme çabalarının altını boşaltmak olacaktır. AB ile diplomatik temasların artırılmasının yanı sıra Yunanistan ile istikşafi görüşmelerin de yeniden başlatılmasına yönelik adımlar bu yaklaşımın bir yansımasıdır. Yunanistan eninde sonunda oyunbozan rolünü yine oynayacaktır ancak bu oyunun Türkiye-AB ilişkilerinin ilerlemesinin önüne geçmek Türkiye'nin önceliği haline gelmiştir.
Yunanistan ve GKRY, baştan beri Türkiye'nin AB tam üyeliğini engelleme konusunda oyunbozan aktör rolleri oynamışlardır. Asıl sorun ise bu rolleri oynamalarını kolaylaştıran bazı aktörlerin Yunanistan ve GKRY'nin rol tanımına verdikleri destektir. Uzun vadeli bir stratejik vizyona ve kapsayıcı bir bakış açısına sahip olmayan Avrupalı siyasetçiler son derece ikiyüzlü bir tavır ile Türkiye'yi Yunanistan ve GKRY ile oyalamaktadırlar. Türkiye'nin İsrail, Mısır, ABD, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suriye gibi diğer aktörlerle sorunlar yaşadığını gözlemleyen Atina ise, Türkiye'ye karşı maksimalist yaklaşımını ve saldırgan tavrını artırmaktadır. Yunanistan'ın tüm derdi, Türkiye'nin hasımları ile koordinasyonu artırıp Türkiye üzerindeki baskıyı artırmaktır. Yunanistan'ın bu hedefi için AB kurumlarını da payanda olarak kullanabilmesi ise AB açısından ayrı bir sığlık örneğidir.
Türkiye hem dış politika ve güvenlik açısından, hem sağlık ve insani yardım alt yapısı açısından oldukça dirençli bir ülke olduğunu Covid-19 krizinde net bir şekilde ortaya koymuştur. Pandemi Türkiye ekonomisini de oldukça olumsuz etkilemiş olmasına rağmen imalat, tarım, ulaştırma ve lojistik sektörlerinde son derece dinamik bir alt yapısının olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye dinamik ekonomisi ve etkili karar alma yaklaşımı ile de Covid-19 sonrası dünyada dinamik ve etkin roller oynayabileceğini göstermiştir.
Türkiye ile AB yetkilileri arasında son dönemde artan ve hız kazanan temaslar, aradaki sorunların bir anda çözülmesini sağlamayacaktır. Türkiye ile AB arasında özellikle son on yılda derin fikir ayrılıkları ve uçurumlar oluşmuştur. Bu uçurumların oluşmasında Yunanistan ve GKRY'nin olduğu kadar, AB kanadındaki vizyonsuz ve aşırıcı liderlerin de rolü olmuştur. Türkiye ise son yıllarda kendi iç gündemi ve güvenlik sorunları ile önemli ölçüde meşgul olmuştur. Türkiye yeni dönemde yeni stratejik yönelimleri test etmektedir. AB ile sürdürülmeye çalışılan yeni diplomatik hamleler ve yapıcı etkileşimler bu bağlamda ele alınmalıdır. Türkiye göçmen krizinde, terörle mücadelede ve bölgesinin güvenliği konusunda elini taşın altına koymuş ve önemli sorumluluklar almıştır. AB ile ilişkilerin ilerleyebilmesi için, Avrupalı siyasetçilerin de dar görüşlü yaklaşımlarından sıyrılmaları ve kullandıkları oyunbozanların arkasına sığınmaktan vaz geçmeleri gerekmektedir. AB artık Türkiye ile ilişkilerde gerekçi bir yüzleşme yaşamak zorunda olduğunun bilincinde olmalıdır. Yaşanmakta olan güven inşası adımları ve diplomatik çabalar bu yaklaşımların öncüleri olarak ele alınmalıdır.