Mübarek rejiminin ikonlarından birisi de mahkûm nakil kamyonlarıdır. İlkel ve ürkütücü kamyonların küçük pencerelerinden dışarıya sarkan eller çok şey anlatır. Özellikle siyasi tutukluların, kavurucu sıcakta, demir parmaklıkların arasından yaptıkları zafer işaretleri, yıllarca Mübarek rejimine umutsuzluk içerisinde direnen insanların hayata uzanan tek işaretleriydi. Bu mahkûm araçlarından birisini gaz odasına çevirmek Sisi'ye nasip oldu. Hafta boyunca binlerce insanı öldürdüğü yetmiyormuş gibi katliamını taçlandırmak istercesine onlarca tutukluyu ölüme göndermekten çekinmedi. Darbe yönetiminin en alçakça ve en haince katliamı bu oldu.
Şam'da Cuber, Kabun ve Berzih'i en ağır şekilde bombalamasına rağmen sonuç alamayan, Doğu Guta ve Güney Şam'da mevzi kaybeden, Lazkiye'de ciddi anlamda tedirgin olan, Humus'a muhaliflerin yeniden yönelme potansiyeli hisseden Esed'e, Mısır darbesi yeni bir atmosfer hediye etti. Sisi'nin 'gaz odası' katliamına neredeyse tepki bile gelmediğini gören Suriye Baas yönetimi, kendisi açısından mükemmel bir zamanlama ile muhalefetin kalbine korku salmak için en vahşice yöntemi, kimyasal silahları seçmişe benziyor. Yüz bin kişi öldürmüş bir rejim olarak, Sisi'ye yakılan yeşil ışığın kendisi için en fazla sarı ışık olacağının farkında. Mısırlı darbecilerden hesap sorulması bir yana, 30 yıllık cürümlerinden beraat ettirilen Mübarek'in hapisten çıktığı bir ortamda, Esed'in durması için fazlaca bir sebep ortada kalmamıştı. Sisi darbesinin finansörü Körfez'in, Mısır'da binlerin öldürülmesinin fanatik destekçisi durumunda iken, Suriye muhalefetine ahlaki bir üstünlükle destek veremeyeceğini çok iyi biliyor. Esed yüz binin üstünde insanı öldürdüğü halde kendisine açılan uluslararası kredi ortadayken; Guta'da binlerin canına mal olan ikinci Halepçe katliamından dolayı çok fazla bir sıkıntı yaşamayacağının farkında. Kaldı ki artık ahlaki tutarsızlıkta yalnız da değil. Putin'in Esed'i varsa Amerika'nın da Sisi'si var. Rusya, Suriye'deki katliamlara 'terörle mücadele' derken, Amerika Mısır'daki darbeye en üst düzeyden 'demokrasinin restorasyonu' demekte. Rusya varken kimse İran'ı, ABD varken kimse Körfez'i de konuşmayacağına göre fazlaca sorun çıkaracak bir aktör de ortada gözükmüyor.
Bir tek Türkiye ikna olmuşa benzemiyor. Türkiye takındığı pozisyonla sadece ahlaki bir sorgulamanın önünü açmıyor, aynı zamanda bugün reelpolitik denilen şeylerin bırakın uzun vadeyi orta vadede ne kadar gerçekçi olduğunun da sorgulanmasının önünü açıyor. Jeopolitiğin ve stratejik vizyonun dibine kibrit suyu döken en pejoratif pozisyon almalar reelpolitik siyaset diye isimlendirilir oldu. Gözümüzün içine bakarak berbat bir siyasal pornografiye reelpolitik dememizi bekliyorlar. Türkiye'ye Kemalist 'yalnız kaldınız' korosunun getirdiği eleştirilerin içerisinde elle tutulur, başı sonu belli bir tek alternatif senaryo duyulmamasının sebebi de sürdürülebilir bir 'realitenin' yoksunluğundan kaynaklanmaktadır.
Ortaya çıkan manzara Esed-Sisi ekseninden başkası değil. Bu eksenin Ortadoğu'da ne ahlaki ne de jeopolitik bir geleceği bulunmuyor. Esed- Sisi eksenine dair nerdeyse istisnasız bütün analizlerin farkında olarak veya olmayarak üzerinde birleştiği tek nokta kan dökme potansiyelleri. Esed yönetiminin, Suriye isyanının silahsız ayları boyunca öldürdüğü kadar insanı Sisi bir haftada öldürdü. Esed, Sisi'nin katliamına ulaşınca artık ölüm anlamsızlaşmıştı. Can kayıpları 3-4 binlerden bir buçuk sene içerisinde yüzbinlere doğru gitti. Her ölüm siyasi çözümü biraz daha anlamsızlaştırdı. Mısır'ın benzer bir kaderi yaşaması gerekmiyor. Bugün 'Mısır realitesi' denilen kurgu da aslında Mısır'ın on yıllar boyunca mahkûm olacağı ağır askeri vesayet rejimine teslim olmasını istemekten ibaret.
Yüz yıllık Ortadoğu düzeni dönüşürken konsolidasyonun hızlı, suhuletle ve sükûnetle olması imkânsızdı. Dolayısıyla bugün kazanıyor görünen aktörlerin dünyası üzerine yeni bir düzen kurulması da imkânsız. Asırlık düzenin son otuz yılında nöbet tutanlar I. Arap İsyanlarıyla tasfiye edilmişti. Bugünlerde nöbeti kanla sürdürmeye çalışan aktörlerin mevzi kazandıklarını görüyoruz. Sancılı bir demokratikleşme içerisinde düzenin normalleşmesi yerine sistemik ve devrimci dalganın birikmesinin önünü açtıklarının farkında değiller. Bugün yaşanan, 20. yy boyunca ortaya çıkan toplumsal ve siyasal elektriği, kanlı yöntemlerle bastırıp hapsetmeye çalışmalarından ibaret. Oysa her yönüyle beyhude bir çaba. Malum elektrik depolanan bir enerji türü değildir.