Geçen yüzyılın son on yılı, özellikle 'Batı' veya 'Kuzey' için, hem siyasi olarak hem de ekonomik olarak, asrın en önemli 'zirve dönemi' olmuştu. Küresel kapitalizmin en renkli yılları olarak da kayda geçmişti. Nasıl geçmesin? Kuzey açısından, siyasi olarak 'liberal demokrasi'nin neredeyse küresel zafer ilan ettiği, Soğuk Savaş'ın nihayete erdiği, II. Dünya Savaşı sonrası Irak'a müdahale edilirken en geniş batılı askeri koalisyonu inşa kabiliyetinin başarıyla tecrübe edildiği, küresel finansal sistemin tesis edildiği, bölgesel iktisadi birliklerin hayata geçirildiği, bir kez daha iletişim devriminin yaşandığı, hatta batı-dışında kalanlara 'tarihin sonunun ilan' edildiği yıllardı 1990'lar.
Milenyuma yukarıdaki zafer sarhoşluğu ile giren Kuzey eko-sistemi, birçok açıdan, çok geçmeden, oldukça renkli görünen 1990'ların bazı sahnelerinin, sonbaharın göz alan renkliliği olduğuna şahitlik edecekti. 11 Eylül'le başlayan ilk 'düzen bozucu' müdahale küresel güvenlik statükosunu sarstı. Aynı yıllarda enerji fiyatlarında yaşanan hareketlilik, yıllardır 'küresel dengesizlik' üzerine oturmuş olan 'siyasi ve ekonomik dengelerin' sarsılmasına yol açtı. 1990'ların ekonomi- politik marazları bir biri ardına baş gösterdi. Kuzey'de başlayan mali kriz hızla küresel bir ekonomik krize doğru yol almaya başladı.
Küresel örgütler, yaşanmakta olan krizin en müşahhas habercisiydi. Küresel sistemin, hem siyasi hem de ekonomik olarak verdiği açıkların derinleşmesi tedirginlik yaratmaya başlamıştı bile. Siyasi olarak BM, ekonomik olarak IMF ve Dünya Ticaret Örgütü, güvenlik örgütü olarak ise NATO hem kendi yönetimleri açısından hem de sorunlara müdahil olma kabiliyeti anlamında krizdeydiler. 1990'larda başlayan ve 11 Eylül sonrası aşikâr hale gelen BM karar alma hiyerarşisindeki derin kriz, Birleşmiş Milletler'in varoluşsal olarak sorgulanmasının önünü açtı. Batı-dışı ekonomilerin toparlanma sinyalleri, yıllardır 'Kuzey'in dizayn ettiği' küresel örgütlere, yapısal kırılmalar düzeyinde olmasa da, güçlü itirazlar eşliğinde, iktidar ve yönetim krizi olarak yansımaya başladı. Milenyumun ilk on yılı bitmeye doğru giderken ekonomik kriz tahmin edilenden çok daha ağır bir şekilde Kuzey eko-sisteminde etkili oldu. Bugün o krizin sancıları çok daha büyük kırılmalara gebe bir şekilde küresel sistemi tam anlamıyla anlamsızlaştıran bir çarpan vazifesi görüyor.
Kuzey menşeli ekonomik krizin siyasal yansımaları ise oldukça ağır faturalar çıkardı. Bugün için felç olmuş, II. Dünya Savaşı sonrası inşa edilen küresel güvenlik mimarisinin suiistimaliyle işgal edilen Irak'tan sonra, Ortadoğu'da siyasal fay hatları kırılmış oldu. Küresel kapitalist sistemin 21. yüzyılın ilk sancılarıyla boğuştuğu ve fazlasıyla meşgul olduğu bir dönemde, kırılan 'fay hatları', 20. yy Ortadoğu negatif birikimini, 'Arap isyanlarına' dönüştürmekte gecikmedi. Ortaya çıkan manzaraya Batı'nın, özellikle de ABD'nin, tarif edilebilir bir tepki verdiği bile söylenemezdi. 21. yüzyılın en ağır sancılarından biri, 20. yy boyunca hem Batı'ya hem de onlar adına bölgesel düzenin nöbetini tutanlara konforlu bir jeopolitik dünya vermiş olan Ortadoğu'da statükonun çözülmesi olacak.
ABD ve Batı 11 Eylül'le başlayıp Afganistan ve Irak işgaliyle tam anlamıyla zuhur eden yeni bir 'tehditle' tanışmış oldular. Büyük ölçüde, bütün Ortadoğu ve İslam dünyası jeopolitik okumalarına yansıyan yeni tehdit Sünni İslam'ın mukavemet gücünden başkası değildi. Yıllarca İran merkezli şartlanmış tehdit dünyaları alt üst olmuştu. Dün yanlış yaptıkları gibi bugünde aynı hatayı çift başlı olarak sürdürme yolunu tercih ettiler. Biriyle zımnen diğeriyle fiili ve açık olmak üzere, Ortadoğu'da en kaba iki karşıt mezhepçi odakla benzer bir frekansta ittifakı tercih ettiler. Arap isyanlarına verdikleri bütün tepkiler de bu yeni siyasal frekans dünyasında şekillendi. Bu meyanda, Irak'ta Saddam'ı aratmayan yönetime verilen desteği, Mısır'da yaşanan darbeyi ve İsrail-Filistin görüşmelerinde kendi devirdikleri seçilmiş hükümeti yok saymaları da 'yeni frekansın' içerisinde okunmalıdır.
Peki bu durum sürdürülebilir mi? ABD'nin güvenlik stratejisini, gelecek analizleri doğrultusunda, 'Asya eksen kayması' üzerine bina ettiği bir dönemde, Ortadoğu'da, geçen yüzyıla ait, en sorunlu iki çizgiyi ve aktörü temsil eden statüko ile nikah tazelemesi neler getirir? Başka bir deyişle, 21. yüzyılın ilk sancılarına, 20. yüzyılın statükosuyla cevap vermenin bir geleceği var mıdır? Kısa vadede, 20. yüzyıl statükosunun, gayet doğal olarak, belli ölçüde gücünü koruyor olması, geçen yüzyıldaki gibi işlevsel kılınabileceği anlamına gelir mi? Eğer bu suallere kestirmeden ve bugünün 'kazananları' açısından olumlu cevaplar vermek o kadar kolay değilse; Ortadoğu'ya dair daha uzun soluklu ve soğukkanlı analizlere ihtiyaç var demektir. Bu durumda ya Mursi'nin devrilmesine Musaddık devrilirken verilen 'reelpolitik tepkileri' verip, nihai analizleri yaptığınızı zannederken daha sonra 'İran devrimine' şaşırırsınız ya da küresel ve bölgesel krizi fark edip tek başına 'reelpolitiğin' değil, aksine önümüzdeki dönem en kıymetli şeyin 'meşruiyet' olduğunu fark edersiniz.