Taksim protestolarıyla karşımıza çıkan manzaranın sular durulduğu zaman siyasal anlamda hiç bir orijinalliği olmadığı ortaya çıkacak. Sular kimin lehine durulursa durulsun, Gezi Parkı medyumu üzerinden at gözlüğü takılarak yapılan analizler, şişirilmiş göstergebilim değerlendirmeleri, hiçbir zaman hayatımızdan çıkmamış olan mizahı ergenler üzerinden şaşırarak yeniden keşfedenler, basit bir yazılım kodunu trigonometri formülü zannedecek isimlerin teknoloji analizleri, kendi ülkesinde mahallesinin dışındaki yaşıtlarıyla bile iki kelime anlamlı cümle kurmamış olanların Y nesli güzellemeleri, buz gibi meşhuriyet krizlerini iktidar üzerinden aceleci bir meşruiyet sorununa dönüştürmeye çalışanlar, aynı anda herkesi ve hiç kimseyi temsil etmeyen ama seçilmiş iktidarın anlamsızlığına bizi ikna etmeye çalışan hakikat sorununu halletmiş liberaller...
Daha geçen sene yargı-polis marifetiyle zuhur eden vesayet girişimi sırasında ıslık çalıp ortada dolaşanların bugünlerde aniden muhaberat devletini hatırlatmaları, % 99'un içinden konuşan anti-kapitalistlere % 1'in içindeki kapitalistlerden açıktan desteğin verilebildiği yeryüzünün gördüğü tek eylemi ekonomi-politik olarak anlamamızı isteyenler, son otuz yılda on binlerce insanın öldüğü, darbe dönemlerinde yüz binlercesinin mağdur olduğu, işkenceden geçtiği, hala hapishanelerde günahsız darbe mağdurlarının ömür çürüttüğü ülkemizde polis şiddetinin ne kadar vahşi olduğuna bizleri ikna etmeye çalışanlar, elit Kemalizm'in meydana ilk kez iniyor olmasının sonradan görme heyecanını herkesin yaşaması için gösterilen yerli ve yabancı büyük medya köpürtmesi, siyasi ve sosyal sorunlarımızın ana kaynağını teşkil eden darbe anayasasının en faşist maddeleri olduğu gibi dururken otoriterlik tekerlemelerini ciddiye almamızı isteyenler, sadece geçen sene binden fazla cana mal olan Kürt sorununun çözülmesi için her türlü tehdide rağmen en büyük riski alan başbakanın fiili politikalarını unutup karakter suikastıyla saf dışı etmek isteyenler...
Bu listeyi sayfalarca uzatmak mümkün. Ama kabaca son iki haftayı eğer ciddi bir şekilde konuşacaksak karşımızda yukarıda bir kısmını sıraladığımız koskoca siyasi anlamsızlıktan başka bir şey bulunmuyor. Bütün bu tutarsızlık ve siyaset dışı hafriyatın yanında Gezi Parkı ve hükümetin tutumunu konuşmak hem imkânsız hem de anlamsız. Oysa bizim ilgi alanımıza girmese de ilgili, uzman veya duyarlı isimlerin şehir ve çevre üzerine sağlıklı bir tartışma yapmalarını arzulardık. Oldukça çirkin şehirlerin olduğu bir ülkenin belki de şehircilik açısından en çirkin meydanına uzun yıllar sonra ciddiye alınacak bir çevre düzenlemesi böylesi bir tartışmayı hak ederdi. Ama mesele elbette bu değil.
Pekâlâ, o halde, asıl meseleyi tartışmak mümkün mü? Geldiğimiz nokta itibariyle entelektüel bir münazara alanı kaldığına dair fazlaca işaret bulunmuyor. Bütün bunlardan ne gibi sonuçlar çıkarılabilir.
1. Erdoğan somut ve tutarlı bir siyaset izlediğini düşünüyor. Buna karşılık sokakları dinleyebileceğini ama muhatap almasının siyaseten imkânsız ve yanlış olduğunu görüyor. Benzer şekilde seçilmiş muhalefet maliyetine bile olsa maksimalist ve tutarsız talepleri ciddiye almaması gerektiğini biliyor. Öyle ki Erdoğan çok rahat bir şekilde CHP'yi siyaseten neredeyse tamamen anlamsız kılacak bir şekilde sokakları muhatap alma yoluna gidebilir. Bu kısa vadeli taktik üstünlüğün uzun vadeli meşru siyasetin dibine kibrit suyu dökmek anlamına geleceğinin de farkında.
2. AK Parti somut uygulamalardan dolayı varoluşsal bir endişe inşa edecek düzeyde hayat tarzlarına müdahale edildiğini düşünmüyor. Benzer şekilde hayat tarzı tartışmalarını ilgilendiren başlıklarda çok rahat bir şekilde pragmatizm geliştirecek tecrübeye de sahiptir. Erdoğan bu pragmatizmi gösterirken karşısındaki muhalefetin hayat tarzını ilgilendiren en temel başlıklarda bile kolay adım atamayacağının da farkında. Başbakan daha geçtiğimiz aylarda anadilde mahkemelerde savunma yapma hakkına bile destek vermeyen muhalefetin bugün içki düzenlemesi üzerinden tutarlı görülmediğinin farkındadır. Hatta muhalefet "laiklik sloganlarından" naif bir şekilde kurtulduğunu zannederken "içki kod ismi" üzerinden kabaca aynı eski mesajını tekrarladığını fark etmiyor. Tam da bu sebepten dolayı, Erdoğan, orta vadede kendi duruşunun tutarlı ve destek gören pozisyon olacağını biliyor.
3. Türkiye normalleşmesini hitama erdirmiş bir ülke değil. Hala devlet ve vatandaş arasında ciddi sorunların devam etmekte olduğu bir ülke. Aynı şekilde ekonomik kalkınma ve refah iyileşme trendinde ama henüz üst standartlara ulaşmış değil. Taksim protestolarıyla ortaya çıkan manzaranın polisiye ve idari analizlerinin Türkiye'nin hali hazırdaki standartlarına dair sağlayacağı pozitif katkı oldukça sınırlı.
4. Kendisini Taksim Meydanı'na hapsedip anahtarı da kapı altından Başbakan'a atanların Türkiye'ye iyilik yaptıklarını da söylememiz zor. Allah'tan Erdoğan anahtarı cebine koyup yoluna devam etmek yerine kapıyı açıp içeridekileri dinlemeyi tercih etti. Aksi takdirde toplumsal muhalefetin CHP ile anlamsızlaşan ve biriken gazına kibrit çakan 'Elit Kemalizmine' biraz daha teslim edilmesinin önü açılacaktı.
5. Taksim'den bir 'Tahrir' çıkmayınca 'Agora' çıkarma girişimleri hem sürdürülebilir hem de anlamlı değildir. Çünkü Taksim'i Tahrir yapamayan sosyo-ekonomik dinamiklerin yoksunluğu 'Agora' beklentileri için de geçerlidir. Siyaseti ve toplumu Taksim'de kimlerin bulunduğu değil Taksim'in hem nicelik hem de nitelik anlamında kimleri ve neleri temsil ettiği şekillendirecektir.