'25 yaşındayken bu ilçenin şerifi oldum.
İnanması zor. Büyükbabam bir kanun adamıydı.
Babam da öyleydi. Bugün olsa kendilerini nasıl kabul ettirirlerdi merak ederim.'
Türkiye siyasal ve toplumsal normalleşmesini hitama erdirmeye çalışan bir ülke. Yüzyılı aşkın bir zamandır açık duran siyasal ve toplumsal parantezlerini kapatmak için çabalayan bir ülkede toplumsal kesimlerin, sınıfların ve devletin konsolidasyonu oldukça zahmetli ve yavaş ilerleyen bir süreç. Batılı anlamda bir burjuvası da olmayan Türkiye'de, toplumsal ve siyasal dönüşüm çevreden gelip merkeze oturan yerli ve mağdur kitlelerin bin bir zorluğa rağmen değişimin öncüsü olmayı başardığı bir ülke. Farklı siyasal akımlar yukarıda dile getirdiğimiz değişim gerilimi içinde, özellikle son yarım yüzyılda, olabildiğince farklı pozisyonlara savrulup durdular. Birbirine zıt siyasal akımların oldukça ilginç bir özelliği ise her kırılma noktasında nüksetti. Liberallerden milliyetçilere, muhafazakârlardan solculara kadar geniş yelpazenin bazı unsurları Kemalizm ortak paydasında farklı argümanlarla birleşmekten imtina etmediler. Kemalizm adeta siyasal bir tenasüh ile seferine farklı elitler üzerinden sürekli devam edegeldi. Bugün de Suriye isyanından Kürt meselesinin çözüme kadar birçok başlıkta benzer bir manzara ile karşı karşıyayız. Suriye isyanında Türkiye'nin izlediği dış politikaya panik bir 'yalnız kaldık' korkusuyla, PKK'nın silahsızlandırılması sürecine ise 'ya Kürt meselesi çözülürse' korkusuyla karşılamaktan kendilerini tutamadılar.
Kemalist elitin en sıradan ve en tutarlı unsurunu Atatürkçü ve ulusalcıların oluşturduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Aynı elitin en çelişkili, en naif ve en provokatif unsurunu ise ömrünü Kemalizmle mücadeleye vakfettiğini düşünen bazı liberaller başta olmak üzere bazı solcular ve muhafazakarlar oluşturmaktalar. Kemalist elitin görünen en belirgin özelliği biyolojik olarak yaşlı siyasal olarak ise eski olması. Başka bir deyişle statükoya uyumlu olmak için gerekli en temel iki özelliği fazlasıyla bünyelerinde barındırıyorlar. Kadim kültürümüzde her iki özellik aslında 'mütekamil olmaya' ve 'tecrübeye' denk gelir. Kemalist müdahale sebebiyle olgunluğun yerini kibir, tecrübenin yerini ise anakronizm doldurmaktadır. Hal bu olunca çevreden merkeze gelmekle kalmayıp, milletin desteğini ısrarla almaya devam eden yeni aktörleri bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Nasıl sindirsinler? Bütün değişimi, devrimi onlar yapacakken, yeni düzeni onlar kuracakken ortaya çıkan aktörler bir anda güzelim teorilerini pis bir gerçekle mahvetmekle kalmadılar, aynı zamanda yıllarca hayalini bile telaffuz etmekte zorlandıkları şeyleri gerçekleştirmeye başladılar.
Jackson etkisi
2008 Amerikan seçimlerinde Obama'nın zaferi ardından yaptığı konuşma sırasında kameralar ABD'nin ilk siyahi başkan adayı olan aktivist Jesse Jackson'a da odaklanmıştı. Daha bir kaç ay önce Obama'yı 'beyaz gibi davranmakla' suçlayıp farklı eleştiriler getiren Jackson ağlıyordu. Bütün ömrünü siyahların hakları için mücadeleye adadığı farz edilen Jackson'un sevinçten mi yoksa artık işinin 'öznesini' kaybettiği için mi ağladığı ise hem belli değildi hem de tartışma konusu oldu. Zira ilerleyen aylar, ikincisinin daha doğru olacağını gösterecekti. Obama'nın başkan olduğu bir Amerika'da işi en zor olanların başında kendisi gelecekti. Jackson etkisini son bir aydır Türkiye'de de yaşıyoruz. Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt meselesine dair atılması gereken 'çözüm adımlarını' raporları, kitapları, yazıları ve konuşmalarıyla otuz yıldır dillendiren isimler çözüm süreci karşısında en tutarsız tepkileri vermeye başladılar.
Kemalist elitlerimiz siyasal zekâ ve olgunluk düzeyini de yıllarca yerden yere vurdukları lümpen ulusçuluğun düzeyine de indirmekten imtina etmediler. Konu ne olursa olsun 'Türkiye bölünecek' refleksi veren siyasal akılla, 'Türkiye 29 özerk bölgeye bölünmezse felaket olur' siyasi önerinin sebep olacağı tahrik ve siyasi basiret düzeyi benzerdir. 'Basın özgürlüğü olmadan Kürt meselesi çözülemez' düzeyi ile 'Türklüğe savaş açıldı' düzeyi farklı değildir. 'Kürt meselesi çözülürse AK Parti güçlenir' fitnesiyle 'Türklerin onuru ne olacak' fitnesi aynıdır. 'Kürtlere ne vereceksiniz de silah bırakacaklar' sualiyle 'Şehitlerimizin kanı ne olacak?' suali aynı zekâ ve ahlak düzeyindedir.
Liberal bir siyasetin tabiatı itibariyle imkansız olduğunu, olsa olsa liberal siyaset eleştirisinin mümkün olduğuna dair inancımız Kemalist elitlerimiz marifetiyle bir kez daha tescil edilmiş oldu. Öyle ki bu elitlerin kahir ekseriyetini an itibariyle 'liberal sıfatıyla' anılan isimler oluşturmakta ve büyük ölçüde 'Kürt meselesi ila-nihaiye devam edecek dünyasında' yaşamaktalar. Aynı dünyanın içinde son otuz yıldır yaşayan bu isimler, modern Türkiye döneminin sağladığı imkânlar içinde entelektüel hegemonik diskuru veraset yoluyla sahipleri olageldiler. Zamanın akışına, toplumun dönüşümüne yetişemeseler bile, hatta değişimin gecikmesine sebep olan müdahalelere katkı vermiş olsalar bile 'pişmanlık marifetiyle' hiyerarşideki yerlerini son anda da olsa muhafaza etmeyi hep bildiler. Kendilerini sağcı aşağılık kompleksi dalgasının üzerine bırakıp akil adam olarak taşıttırıp durdular. Bu kısır döngü işin sahibi sahneye çıkana kadar devam etti. Millet emanetine sahip çıkarak vesayet sistemi büyük ölçüde ortadan kaldırıp yeni bir ekosistemi vücuda getirince dragomanlara ihtiyaç hissetmemeye başladı. Kendi derdini kendi anlatmaya ve çözmeye başladı. Gelinen nokta itibariyle çözüm süreci başarıya ulaşırsa sadece PKK silah bırakmak durumunda kalmayacak fazlasıyla sefahat sürmüş olan dragomanlarımız da silahsızlandırılacak. Bu açıdan sancılarını anlamakla beraber onları 'pişmanlıklarının' bile küllerinden yeniden doğurmaya yetmeyeceğini 'üzülerek ilan etmek' durumundayız. Bazıları Suriyeli çocukların bazıları ise Türk ve Kürt anaların gözyaşlarında boğularak siyasal mevta oldular. İlgilenen herkesin başı sağ olsun!