İmralı ile görüşme trafiğinin yeniden başlamasıyla beraber siyasi partiler, aslında farkında olmadan, sahici bir yeni Türkiye imtihanından geçiyorlar. 2009 I. Açılım sürecinde AK Parti dışındaki aktörler imtihana bile girmeyi göze alamamıştı. Bu aktörleri açıkça sıralamakta fayda var: CHP, MHP, BDP hepsinden önemlisi PKK ve Öcalan. I. Açılım sürecinde farklı söylem ve siyasi adımlarla aynı siyasi pozisyonu güçlendirmekten başka bir adım at(a) mayan aktörler bugün yine benzer bir imtihanla karşı karşıyalar.
2009 açılım sürecinde CHP Deniz Baykal'ın liderliğinde en sert Kemalist ezberlerle sürece karşı çıkmış bütün mesaisini AK Parti'nin adım atamaması üzerine kurgulamıştı. Kendisine altın tepside sunulan Kürt meselesi üzerinden CHP'yi dönüştürme imkânını heba etmişti. MHP, yüzyıllarca Türklüğün kurucu iradesine de dönüşü simgeleyecek 'Türklüğün normalleşme fırsatını' elinin tersiyle itmişti. BDP ise çözüm ile PKK arasına sıkışarak siyasi bir aktöre dönüşme ihtimalini kendi kendine ortadan kaldırmıştı. PKK, yıllarca askeri vesayetin Kürt meselesinin çözümünde oynadığı rolün bir benzerini, olabilecek en sıradan provokasyonları hayata geçirerek oynamıştı. Öcalan ise hâlâ 'yeni Türkiye'de iktidar kim' sualine cevap verememesini cesaretli kararlar almamasıyla taçlandırıp hem anlamsız bir odağa dönüştü.
Farklı saiklerle I. Açılım sürecinin karşısında konumlanan aktörlerin aynı noktada buluşmaları, yeni Türkiye'de iktidar denklemini hala çözememiş olmalarından kaynaklanmaktaydı. Bu kafa karışıklığının birinci sonucu siyaset üretemeyip statükonun konforlu bir parçası olarak kalmak; ikinci neticesi ise yeni Türkiye içinde siyasal eş zamanlama krizlerinin derinleşmesi oldu.
II. Açılım döneminde CHP'de ve MHP'de siyaset dışı müdahalelerle lider ve üst düzey kadro değişimi yaşandı. BDP, açılım sürecindeki anlamsızlığını anayasa oylamasında derinleştirse de; Kürt meselesinde büyük ölçüde PKK merkezli dili kullanan ama PKK ekosisteminin dışındaki isimleri de bünyesine katarak özünde olmasa da şeklen kısmî bir değişim yaşadı. PKK ise 2010 'Arap İsyanlarını' neredeyse baştan aşağı yanlış okuyarak bölgedeki değişim eksenini ıskalayıp statükonun ayakta kalan son birkaç bekçisi rolünden öteye geçecek bir çizgi izlemedi. Sadece kan akıtabildiği için kan akıtmayı tercih eden PKK, siyasal anlamda Baas parantezinde kaldığı son birkaç yıl boyunca binlerce insanın ölmesine yol açmaktan başka bir görev ifa etmemiş oldu. Öcalan ise hapishane şartlarında "eski Türkiye aktörleriyle" kurguladığı şablonun "yeni Türkiye" ve "yeni PKK" karşısında nereye oturduğunu bile anlayamıyordu. Bu durumla yüzleşmek yerine, Öcalan, PKK ve Kürt meselesine dair "son cümleleri" söylemeyerek durumu idare etmeye gayret etti.
Yeni sürecin güvenceleri
II. Açılım ya da 2013 çözüm girişimi sürecinde sorunun doğrudan ve/ya dolaylı paydaşı olan bütün aktörler, son dört yıl boyunca yaşanan süreçten ders çıkarma çabası güttükleri oranda aktör olarak kalabilecekler. Yeni sürecin kabaca üç güvencesi bulunmaktadır: i) Erdoğan'ın açık bir şekilde çözüm sürecine iradesini koymuş olması, ii) sürecin Türkiye'nin "yerli kaynakları ve kapasitesiyle" yürütülüyor oluşu ve son olarak iii) provokasyonların halk tarafından çoktan "satın alınarak" anlamsız kılınmış olmasıdır. PKK'nın sulh yoluyla silah bırakmaya yanaşmadığı bir senaryoda ise bir kez daha önümüzdeki senelerde 2013 şartlarını tekrar görüp göremeyeceği şüphelidir. Kürt meselesine ve kendisine odaklanmaktan bölgede ve Türkiye'de yaşanan değişimi göremeyen, etrafında olup biteni sağlıklı bir şekilde değerlendirme salahiyetini kaybetmiş bir aktörden bahsediyoruz.
Kürt meselesinin yıllar içinde hemen her yönüyle zımni bir fiyatlandırma ile hem devlet hem toplum hem de ekonomi tarafından satın alındığını görmemiz gerekiyor. Başka bir deyişle Türkiye, bütün anlamsızlığına ve maliyetine rağmen, Kürt meselesini çözmek yerine, yıllar içinde, bir ara formül ile taşımayı ve beraber yaşamayı da öğrenmiş bulunuyor. Dolayısıyla PKK terörünün de, yaratmayı hedeflediği tedhişin de artık şaşıran bir müşteri kitlesi bulunmamaktadır. Bugün Erdoğan'ın iradesini ısrarla sorgulayanlar, PKK terörünün sarf malzemesi olan Kürt gençlerinin niye öldüğünü samimi bir şekilde sormadıkları sürece de, hali hazırda taşınmakta olan PKK maliyetinin toplum tarafından fark edilmesi için bir zemin kalmamıştır.
Hal bu iken PKK'nın silah bırakıp bırakmaması bir müzakere meselesinden çok PKK açısından önümüzdeki yıllarda ne yapacağı kararıdır. PKK kendisine bir teklif gelmese dahi, yarın, elinde silahlarıyla nasıl bir gelecek kuracağı sorusuna en basit düzeyde bile cevap veremezken; bugün Öcalan'dan gelecek bir teklifi müzakere jeopolitiğine ve pazarlık matematiğine mahkûm ederse bir çıkış yolu bulmakta zorlanacaktır. Çünkü PKK'ya bugün yapılan teklifi, önümüzdeki bir kaç yıl içinde şekillenen yeni Mezopotamya jeopolitiği ve ekosistemi, teklifsiz bir şekilde, tasfiye formunda dayatacaktır. Dünya'nın Kürt Meselesi, Türkiye'nin PKK ve Ortadoğu'nun da Kürtlerin etrafında dönmediğini fark etmek, yukarıdaki analiz üzerine ciddi kafa yormak için yeterli olabilir!