1990'ların başından beri, tıpkı yüzyıl önce Sykes-Picot düzeni inşa edilirken olduğu gibi, sadece Türkiye'de değil bölgemizde de yoğun şekilde Kürt tartışması devam etmektedir. 1990'lara, Irak'ta ABD müdahalesi, Türkiye'de ise daha sonra kayıp yıllar olarak adlandıracağımız askeri vesayet ve PKK tartışmalarıyla başlamıştık. Sadece geçmiş yüzyıla baktığımızda ortaya çıkan tarihi hasıladan olgunlaşmış bir siyasal aklın çıkması beklenirdi. Maalesef bölgemizdeki ana kurucu ve ortak unsurların neredeyse hiç birisi arzulanan düzeyde kurucu bir akıl inşa edemediler. Asra yakın bir zaman Sykes-Picot düzeninin bizi bıraktığı siyasal girdaptan çıkamadık. Sykes-Picot düzeni, II. Dünya Savaşı ve İsrail'in kurulmasıyla önce güncellendi ardından da Camp David düzeniyle yeni bir sayfa açıldı. Irak'a ABD müdahaleleriyle yaşanan yapısal kırılmalarla ilk önce cari düzenden 'Türkiye düştü' ve Arap devrimleriyle de yeni bir düzen tartışması ortaya çıktı. Bütün bu tarihsel kırılmalar bile yüzyıl önceki 'Kürt tartışması' düzeyini çok fazla değiştirmedi.
Bölgemizdeki bin yılı aşkın tarihe sahip Türk, Arap ve Farisi siyasal akıllarının tecrübeli ama yorgun olduğunu anlamamız gerekiyor. Mezkûr yorgun ve yaşlı siyasal akıllar Sykes-Picot gibi özünde oldukça ilkel ve acemi bir müdahale karşısında bile direnme azmi gösteremediler. Çok geçmeden kendilerini Sykes-Picot düzeninin nöbetçileri olarak buluverdiler. Binlerce yıllık geçmişe sahip birikimlerini, bir arada yaşama tecrübelerini hatırlamaz oldular. Her birisi batılı ezberlerle giriştiği ulus devlet kurma çabasını daha fazla kan ve gözyaşı ile sonlandırdılar. Türkiye'de Kemalizm, Arap dünyasında Baasçılık düzeyini aşamayan siyasal akıllar, milenyumun başında artık taşınamaz yapılara dönüşmüştü. Kaçınılmaz olan değişim farklı takvimlerle ve şekillerde her bir ülkeye ulaşmaya başladı.
Özellikle son yirmi yıl içinde yüzyıllık statüko yükünün altında oldukça ilginç bir siyasal unsur ve muhalefet damarı ise Kürtlerde gelişti. Irak'ta önce ABD müdahalesi ardından da işgalle IKBY olgusu de facto bir siyasal unsura dönüştü. Türkiye ise askeri vesayet altında aynı dönemi PKK eliyle oldukça kanlı bir şekilde geçirdi. Suriye'de Baas rejiminin şerrinden uzak kalmayı bir siyaset olarak kodlayan Kürtlerin; İran'da ise devrim sonrası oluşan de facto durumdan siyasi bir damar çıkarma girişimleri akim kalmıştı. Sonuçta bugün itibariyle ne bölgenin ana unsurlarının ne de bölgenin genç siyasal aklı olan Kürtlerin kurucu bir siyaset inşa ettiğini söylememiz mümkün değildir. Mezkûr durumun 2000'lerin başlarına ya da ABD'nin Irak'ın işgaline kadar devam etmesi açıklanabilirdi. Ancak 2002 sonrası Ortadoğu'da yeni şartların oluştuğunu ve yeni duruma adaptasyon hızının her bir aktörün geleceğini derinden etkileyeceğini söylemek gerekiyor.
YENİ ORTADOĞU VE KURUCU AKIL
Bugün Kürtlerin bulunduğu Türkiye, Irak ve Suriye'de fiili yeni durumlar yaşanmakta; İran'da ise değişim tartışması kaçınılmaz görünmektedir. Bölgenin tecrübeli siyasal aklını temsil eden unsurlarla inşacı bir ilişkinin Kürt siyasi aklı ve sosyal muhayyilesiyle tesis edilmesi gerekmektedir. Öncelikle anlaşılması gereken, Sykes-Picot düzeninin çökmesinin, tarihin ve siyasetin 1910'lar öncesine dönmesi anlamına gelmediğidir. Aynı şekilde yaşanmakta olan yapısal kırılmadan daha fazla ulus devlet çıkması da ilk beklenen şey olmamalıdır. Bunlar geç kalmış Kürt milliyetçiliğinin beklentilerinden bağımsız olarak ortadaki verili durumu işaret etmektedir. Zira önümüzdeki verili siyasi tabloyu atlayarak kurgulanan her senaryonun daha fazla kan ve gözyaşı anlamına geldiğini görmek için kehanete gerek yoktur.
Ortadoğu'daki en büyük Kürt unsurunun bulunduğu ülke Türkiye'dir. Türkiye 2000'lerle beraber yaşadığı derin değişim ve demokratikleşme sürecini; bölgenin en tecrübeli siyasal akıllarından birisi olarak yine bölgenin en dinamik ve genç Kürt siyasal aklıyla beraber kurucu bir irade geliştirebilirse Ortadoğu'da yeni bir dönemden bahsedebiliriz. Hukuki sınırları tartışmanın bizi götürebileceği bir yer şu an için bulunmuyor. Zaten neredeyse bütün Kürt aktörler de bu çizgiden uzak duruyorlar. Hukuki sınırları da anlamsız hale getirecek olan siyasal, toplumsal ve ekonomik entegrasyonun ise önünde hiçbir engel olmadığı gibi post-Sykes-Picot düzenine geçişin başka bir gerçekçi senaryosu da bulunmamaktadır.
Türkiye açısından mezkûr tartışmalar ve atılması gereken demokratikleşme adımlarının önünde PKK'nın elini tetikten çekmesinden başka bir engel bulunmamaktadır. PKK terör estirmeye devam ettiği sürece sadece Türkiye'deki demokratikleşmenin gecikmesine sebep olmamakta aynı zamanda bölgedeki diğer Kürtlerin de 'bölgeye yabancılaşarak' maliyet ödemesine yol açmaktadır. Bugün silah bırakması istenilen PKK'nın Sykes-Picot düzeninin son nöbetçisi olduğunu fark eden bir Kürt siyasal kurucu aklı ortaya çıkarsa süreç selametle sonuçlanabilir.