Kürt meselesi ve PKK'ya dair yapılan bir analizin ciddiyet düzeyini anlamanın basit yollarından birisi realite ile bağlarının sıhhatidir. Hele ideal olanla mümkün olanı, temennilerle temin edilebilecek olanı makasa alan her yaklaşım tarzı bizi sadece siyasetsizliğe mahkûm etmektedir. Kürt meselesinde mümkün olan adımlar ancak temin edilebilecek şartlarla sınırlı kalmaya devam edecektir. Verili şartları ıskalayarak dile getirilen her yaklaşım tarzı sadece naif olmakla kalmamakta aynı zamanda bir siyaset imkânını da ortadan kaldırmaktadır. Bu anlamda I. Açılım sürecindeki şartları tekrar gözden geçirerek yeni sürece dair fikir edinebiliriz.
2009'da Türkiye'nin Şam, Bağdat ve Tahran ile ilişkileri modern tarihinin en iyi dönemini yaşıyordu. Kuzey Irak'la ise mesafeli kabul edilebilecek ilişkileri bulunmaktaydı. Obama yönetimiyle oldukça sıcak ilişkiler tesis edilmişken, İsrail'le ilişkiler gerilmeye başlamıştı. Türkiye içinde vesayetle mücadele ciddi anlamda henüz başlamış, AK Parti'nin ikinci iktidar dönemi, kapanma tehdidini bertaraf ederek yol almıştı.
2013'e geldiğimizde 2009'daki Kürt meselesi ve PKK ile illiyet bağı olan dinamiklerde ciddi değişimler yaşandı. 2013 çözüm süreci Arap isyanlarının bütün bölgeyi kasıp kavurduğu bir siyasi atmosferde hayata geçmek zorunda. Bölgemizde yaşanmakta olan siyasal kırılmalar neticesinde iki eksen ortaya çıktı. Ortadoğu'da yıllardır devam etmekte olan statüko ve değişim ekseni amansız bir gerilim içine girdiler. Mezkûr gerilimin tabii olarak ortaya çıkardığı siyasal boşlukları oldukça naif bir siyasi akıl yürütmeyle yanlış okuyan PKK ve Kürt siyasi hareketi, derin bir yanlışa imza attı. Arap isyanlarının son durağı olan Suriye üzerinden yaşanmakta olan değişimden nasiplenmek yerine ortaya çıkan boşluğu istismar etmeyi tercih etti. Benzer şekilde, Türkiye içinde de, BDP, son üç yıl boyunca yaşanan demokratik dönüşümü değişim tarafında yer alarak sahici bir aktöre dönüşme şeklinde kullanmak yerine, sıradan bir fırsatçılık ile siyaset imkânını heba etmeyi tercih etti.
2013 itibariyle, Ortadoğu siyasi tablosunda, de facto anlamını büyük ölçüde kaybetmiş olan Şam rejimi, ülkedeki kendisi dışındaki bütün gruplarla derin sorunlar yaşayan Bağdat ve yıllardır batılı izolasyonu Türkiye'nin de verdiği destekle kırmak için mükemmel bir fırsat olan 'Arap Baharı'nı heba etmiş olan Tahran ve açık şekilde bölgede değişimden yana tavır alan Ankara var. Küresel anlamda ise güvenlik yatırımlarını Asya'ya kaydıran ve Ortadoğu'da sular duruluncaya kadar proaktif bir rol üslenmeme kararı almış ABD ile ekonomik krizi uzunca sürece birinci gündem maddesinden düşürmeyecek olan Avrupa var. Hâsılı kelam yukarıdaki tablodan orta vadede bölgemize düşen tek sonuç şudur: Türkiye dışında hiç bir aktör proaktif şekilde siyaset belirleme lüksüne ya sahip değil ya da önceliklerini farklı başlıklara kaydırmış durumda.
PKK'nın tazminatı
Türkiye'nin, bölgemizin ve küresel aktörlerin orta vade projeksiyonlarının bizlere söylediği tek şey, PKK'nın silahlı bir örgüt olarak sadece bir anlamsızlığa denk geldiğidir. Bugün ne İmralı ne hükümet ne de diğer siyasi aktörler hiç bir adım dahi atmasalar, Türkiye içinde demokratikleşme neredeyse tamamen donsa, önümüzdeki üç yılı 2014-15 yıllarındaki 'seçim üçlemesi' gündeminden başka hiçbir şeyle geçirmeyecek olsak bile; PKK bir anlama kavuşmak istiyorsa silah bırakmalıdır. PKK ilk kurşununu mecbur olduğu için değil oldukça bilinçli bir şekilde silahlı mücadeleyi tercih ettiği için sıktı. Bugün ise tercih edeceği için değil, anlamlı bir siyasi aktör olmak istiyorsa mecbur olduğu için silah bırakmalıdır.
PKK, Türkiye'nin toplumsal hassasiyetlerinde, siyasetinde, ekonomisinde ve dış politikasında zımnen fiyatlandırılmış, kanıksanmış ve hepsinden önemlisi otuz yıldır taşınabilmiş sıradan bir faktöre dönüştüğünü fark etmek zorundadır. Bu yönüyle PKK'nın muhatabı ne devlettir ne de AK Parti. PKK'nın tek muhatabı ikna etmek zorunda olduğu Türkiye halkıdır. Bu yönüyle, oldukça ironiktir ancak önümüzdeki süreçte PKK'nın en önemli imtihanlarından birisi de Kürt meselesi ile bağını yeniden tesis etmeye çalışması olacaktır. Kürt meselesinde, Türkiye'nin demokratikleşmesinde ve bölgede yaşanan değişime neredeyse hiçbir yeni tepki vermeyi başaramayarak tarih dışı bir aktöre dönüşen PKK için yeniden anlam kazanmasının ilk şartı da silah bırakmaktır.
1980 darbesi sonrası Türkiye'nin kurucu siyasal akıldan yoksun bir şekilde Kemalizm'in en ilkel uygulamalarına silahla cevap veren PKK, Türkiye'de askeri-yargı vesayetinin en pespaye şekilde derinleşmesinden başka hiçbir katkı sağlamadı. Koskoca bir şehir efsanesi olan "PKK olmasaydı Kürtler haklarına kavuşamazdı" iddiası, askeri vesayetin kendisine biçtiği kurucu ve kurtarıcı misyon rolünün ucuz bir taklidînden öte bir anlam ifade etmemektedir.
Aksine PKK, hem Türkiye'nin demokratikleşmesinin gecikmesinde ana aktörlerden birisine dönüştü hem de Kürtlerin haklarına kavuşmalarını elitler düzeyinde bir sorun olmaktan çıkarıp toplumsal bir travma haline gelmesini sağladı. PKK, son otuz yıl boyunca Türkiye halkının arzuladığı demokratik standartlara ulaşmasında oynadığı negatif rolün tazminatı olarak bugün adım atmak zorunda. Bu zaviyeden bakınca Öcalan devletten ziyade PKK için son şans!