Tunus'ta Bin Ali diktatörlüğünün yıkılışını Arap isyanlarının başlangıcı olarak esas alırsak, 'Arap Baharı'nın ikinci yıldönümünde bir muhasebe yapmak gerekmektedir. Sykes-Picot'un 100. yıldönümüne üç senenin kaldığı bir zaman diliminde vuku bulan Arap İsyanları, sadece 'bazı diktatörleri' alaşağı etmekle kalmadı; aynı zamanda cari bölgesel düzeni de fiilen anlamsız kıldı. Dolayısıyla Arap isyanları sonrası yalnızca Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye'de bir türbülans dönemi yaşanmamakta; bölgesel düzen de geçiş süreci yaşamaktadır.
"Arap Baharı" bir devrim mi?
Yukarıdaki jenerik sorunun kolay bir cevabı yok. Arap isyanlarının devirdiği isimlere ve sarstığı rejimlere bakınca "güçlü ve sert bir dalga" olduğu aşikâr. Ama aynı şekilde bu dalganın belirgin bir siyasi dilinin olmaması, genel insan hakları talepleri ötesine geçen ideolojik bir ağırlığının olmaması geçiş süreçlerinin oldukça derin krizlere girmesine yol açmaktadır. Bu durum, tabiatıyla, "devrimlerin" mahiyetinin sorgulanmasına yol açıyor. Mesela Camp David düzeniyle yaşıt olan İran İslam Devrimi akıllarda fazla soruya ve şüpheye yer bırakmaksızın tarifi mümkün bir antisistemik siyasi ve sosyal dalgaydı. Oysa Arap devrimleri için benzer bir berraklıkta analiz yapmak mümkün değildir. 30 yıllık Camp David düzeninin, 40 yıllık diktatörlüklerin sahneden çekilişinin oluşturduğu kaos ve siyasal boşluğu unutup, bir iki yılda "yeni düzen ve istikrarı" göremeyince artık gına getiren "mevsim(lik) analizlerin" peşine düşenleri bir kenara bırakacak olursak; temel bir soruyu sormamız gerekmektedir.
Arap isyanlarının ortaya çıkardığı değişime bölgemiz ve küresel aktörler ne kadar hazırlar? Yukarıdaki sualin cevabı Arap isyanlarıyla muhatap olmanın dilini, ahlakını ve stratejisini belirleyen en temel eksen konumundadır. Hazırlıktan elbette kastettiğimiz siyasal sindirim kapasitesi! Bugün batıda ve bölgemizde Arap isyanlarını büyük ölçüde mahkûm etme niyetinin gizlenemediği analizler revaçtadır. Arap isyanlarına yönelik hoşnutsuzluğun temel nedeni, isyanların öncü aktörlerinin İslamcı olması ve İslamcılar dışındaki aktörlerin de ciddiye alınacak bir tezlerinin olmamasıdır.
İslamcılar hiç değilse Türkiye modelinden bahsetmekte, yeni bir demokrasi tartışması yapmakta, kendi içlerinde geç kalmış konuları teker teker masaya yatırmakta, yoğun şekilde bölgedeki diğer İslamcılarla, farklı ideolojik yaklaşımlarla interaktif ilişkilere girmekteler. Geriye kalan aktörler ise İslamcıları tartışmaktalar! Bölgenin en organik siyasi unsuru olan İslamcıları daha dün fark etmiş gibi tartışmaya devam eden yaklaşımların "Arap Baharının" geleceğinde kurucu bir rol oynaması mümkün gözükmemektedir.
İslamcı aktörlerin performansı
Arap isyanlarının başlangıcı olan Tunus'ta İslamcılar iktidardalar. Bin Ali ne kadar isyana hazırlıklı idiyse Nahda da o kadar hazırlıklı şekilde iktidara geldi. Ülkede bütün bürokrasiyi, sermayeyi, sendikaları, akademiyi ve medyayı elinde bulunduran kesimlerle siyasal bir rekabete girerek iktidara gelen İslamcılar, Tunus'un anayasa sürecini işletmeyi başardılar.
Mısır'da bütün türbülansa rağmen, anayasa süreci büyük ölçüde tamamlanmış oldu. İhvan, iki referandum, meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin başarıyla tamamlanmasını sağlayan de facto kurucu aktör rolünü bütün engellemelere rağmen oynamayı başardı.
Libya'da Kaddafi'nin gidişiyle boşluğa düşen ülke, yine gelgitler yaşayan ama son tahlilde sahnede durarak koalisyonun ana ekseni olan İslamcılar eliyle, bölünme senaryolarının revaçta olduğu günlerden seçimlerin yapılıp tedrici şekilde düzenin kurulduğu günlere ulaşmış oldu.
"Arap Baharının" ikinci yıl sonu değerlendirmesine dair akılda kalan en temel başlık, iktidara gelmiş olan aktörlerin hem muhalefetle hem de devraldıkları eski-rejim mirasıyla nasıl muhatap olacakları sorunsalıdır. Yeni aktörler, eski-rejim ile muhalefeti birbirinden ayırt edecek bir siyasal basiret gösterdikleri sürece başarılı olacaklar. Bu zorlu sınavda, muhalefetin ne eski rejimle beraber görünmekten ne de batılı veya bölgede statükoyu temsil eden aktörlerle beraber olmaktan imtina etmeyeceğini son bir ay içinde Mısır'da gördük.
Tunus, Mısır ve Libya'da asgari siyasi süreçlerin hiç birisi kurumsallaşacak düzeyde tamamlanmadı. Cumhurbaşkanını seçen Mısır'ın Meclisi yok; Meclis seçimlerini yapan Tunus'u cumhurbaşkanlığı yarışı bekliyor. Asgari kurumsallaşmanın ardından eski rejim vesayeti ile mücadele ise asıl zorlu dönem olmaya adaydır.
Unutulmamalı ki, Tunus, Mısır ve Libya'da 20 ila 40 yıldır iktidarını koruyan biyosiyasal ömrünü tamamlamış liderler sahneden çıkarıldı. Aynı ülkelerin rejim etrafında kümelenen yerli ve yabancı siyasal güçleri aynı hızla sahneyi terk etmek için ciddi bir sebep veya ihtiyaç görmüyorlar. Yeni aktörler mezkur ihtiyacı en kapsayıcı şekilde inşa ettikleri ölçüde başarılı olacaklar.