Suriye'de Baas rejiminin yıkılması Ortadoğu'da jeopolitik bir değişim anlamına geliyor. Bu değişim bölgede ittifak ilişkileri, güç dengeleri ve bölge dışı aktörlerin etkisi gibi açılardan uzun vadeli sonuçlar yaratacak. Suriye'deki değişime Türkiye açısından bakıldığında fırsatların ön plana çıktığı görülüyor. Türkiye bundan sonraki dönemde Şam'da diplomasi, güvenlik ve ekonomi alanlarında işbirliği için kendisine yakın bir ortak bulacaktır. Suriye'de istikrar sağlandıktan, devlet yapısı/kimliği oluşturulduktan ve yeniden inşa süreci başladıktan sonra Ankara ile Şam arasında çok boyutlu bir işbirliği sürecinin başlaması ve hızlı bir bütünleşmenin sağlanmasının yüksek bir ihtimal olduğu söylenebilir. Hatta Suriye krizi öncesinde başlayan ancak sonrasında kesilen Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün arasında başlatılan bölgesel işbirliği projesi çok daha güçlü bir şekilde gündeme gelebilir.
Türkiye Suriye'de terörle mücadelede de samimi bir ortağa sahip olacaktır. Suriye'de devrim tamamlansa da YPG/PKK halen ülke topraklarının ve doğal kaynaklarının önemli bir kısmını işgal etmeye devam ediyor. Ankara ile Şam arasında YPG/PKK varlığının ortadan kaldırılması ve Şam otoritesinin tesisi için işbirliği sağlanabilecektir. YPG/PKK, ABD'nin desteği ile önemli bir ateş gücüne ulaştırılırken İsrail tersi şekilde Suriye'nin tüm stratejik askeri kapasitesini ortadan kaldırmak için çaba sarf etmektedir. Bu durum Şam yönetiminin YPG/PKK ile mücadelesinde Ankara desteğine ihtiyacını beraberinde getirecektir. Ancak Esad rejimi döneminde olmayan karşılıklı güven duygusu Türkiye'nin hamlelerinin Şam tarafından kendi egemenliğini tesis etmesini sağlayacak işbirliği adımları olarak algılanacaktır.
Türkiye'nin jeopolitik rekabette de bölgesel rakiplerine karşı öne çıkacağı söylenebilir. Suriye tarihsel olarak Rusya ve İran etkisinde bir ülke olmuştur. Suriye'de devrimin ilk çarpıcı sonucu İran'ın Suriye'de uzun yıllar neticesinde tesis ettiği nüfuzun kısa süre içinde büyük oranda ortadan kalkması olmuştur. Rusya ise Sovyetler döneminden bu yana Ortadoğu'daki en yakın müttefiki olan Suriye'yi kaybetmiş ve 2015 yılından sonra Esad rejimine yoğun desteği sayesinde elde ettiği stratejik öneme sahip Doğu Akdeniz kıyısındaki hava ve deniz askeri üslerini kaybetme riski ile karşı karşıya kalmıştır. Katar hariç Arap ülkeleri ise uzun zaman önce Suriyeli muhaliflere desteğini kesmiş ve hiçbir taviz almaksızın Esad rejimi ile normalleşmiştir. Buna karşılık Türkiye ve Katar, Suriye muhalefetinin tek destekçileri olarak kalmış ve Türkiye'nin siyasi çözüm bulma çabaları, Esad rejimi ve destekçileri Rusya ile İran'ın hiçbir taviz vermeyen tutumları nedeniyle ilerlememiştir. Dolayısıyla bu tablo doğal olarak Suriye'nin geleceğinde Türkiye'yi öne çıkarmaktadır. Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği'nin hemen açılması ve MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın Şam'da verdiği fotoğraf bunun ilk işaretleridir.
Türkiye adına bu olumlu tablo ağır bir sorumluluğu da beraberine getirecektir. Türkiye'nin Suriye'de yakın geleceğe dair en önemli önceliği siyasi geçiş sürecinin sorunsuz bir şekilde ilerlemesi, yeni devlet yapısı ve kimliğinin Suriye'nin bütün toplumsal kesimlerinin kendini güvende hissedeceği şekilde kapsayıcı olması olacaktır. Suriye'de rejim yıkılmış olsa da devlet kurumlarının sağlıklı bir şekilde işlemesi Türkiye'nin en büyük önceliğidir. Irak tecrübesinin gösterdiği üzere aksi bir durum en fazla Türkiye'yi olumsuz etkilemektedir. Suriyeli muhaliflerin operasyon sürecinde ele geçirdikleri bölgelerdeki eylemleri ve söylemleri son derece yapıcıydı. Suriyeli muhalifler rejimin suçlu unsurları ile sivil bileşenleri arasındaki ayrımı net bir şekilde yaptı ve sivil bürokrasi geçiş sürecinde görevinin başında kalmaya devam ediyor. Hatta ilan edilen Suriye Geçici Hükümeti'nde rejimin son bakanlar kurulunda yer alan isimler de yer aldı. Atılan bütün bu adımlarda Suriyeli muhaliflerin geçmişten aldıkları dersler ve muhalif bölgelerde uzun yıllardır elde ettikleri yönetim tecrübesi etkili olmuştur. Ancak bu adımları Türkiye'nin etkisi ve telkinlerinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin bu fotoğraf içindeki varlığı ve rolü hem içerde Suriye toplumu hem de uluslararası toplumun kaygılarını azaltacak, güven verecek bir unsur olarak görülebilir. Bu süreçte Türkiye adına bir diğer meydan okuma farklı silahlı grupların kendi arasında yaşanması muhtemel sorunlar, silahlı grupların siyasi geçiş sürecinde nasıl bir rol oynayacakları ve silahlı grupların Suriye güvenlik yapılanmasına entegrasyonunun nasıl sağlanacağı yani güvenlik sektörü reformu olacaktır. Türkiye'nin yine harekat bölgelerinden sahip olduğu tecrübe ile bu konuda da etkili bir rol oynayabileceği söylenebilir.
Türkiye'nin Suriye'de yakın vadeye dair diğer önceliği Suriye yönetiminin egemenliğini tüm ülke geneline yayması ve ülkede güvenliğin sağlanması çabalarına destek vermek olacaktır. Bu noktada şimdilik iki risk unsuru öne çıkmaktadır. Birincisi YPG/PKK'nın Fırat'ın doğusundaki varlığıdır. YPG/PKK'nın Rakka ve Deyr ez Zor'daki otoritesi Suriye genelinde yaşanan değişimden hemen etkilenmiştir. Uzun yıllardır YPG/PKK varlığını protesto eden, zaman zaman çatışan Arap aşiretler daha güçlü bir şekilde ayaklanmaya başlamış ve SDG yapılanması içinde yer alan birçok askeri grup artık Suriye yönetimine bağlılıklarını açıklamaya başlamıştır. YPG/PKK ise konumunu korumak adına Suriye krizinin ilk aşamasında Esad rejiminin sivil halka verdiği tepkiye benzer şekilde göstericiler üzerinde güç kullanmaya başlamıştır. Bu durumun sürdürülebilirliği söz konusu değildir ancak Şam yönetiminin burada otoritesini tesis etme sürecinin belli bir süre alacağı anlaşılmaktadır. Türkiye bu noktada hem Şam'a destek verecek hem de kendi bölgelerinde yönetimi devralmak isteyen Arap aşiretlerden yana tavır alacaktır. Suriye yönetiminin sınır hattının kontrolünü ele alması çabalarında ise Türkiye'nin askeri seçenekler dahil olmak üzere Suriye yönetimi ile işbirliği yapması beklenebilir. Ancak burada tercih edilen Suriyeli olmayan YPG/PKK unsurlarının çekilmesi olacaktır. Suriye'de istikrarın sağlanması açısından öne çıkan ikinci risk faktörü İsrail'in hava saldırıları ve güney Suriye'deki işgal girişimidir. İsrail'in hava saldırıları ve Suriye'nin askeri kapasitesinin zayıflatılması Şam yönetiminin ülkede güvenliği, birliği ve bütünlüğü sağlama çabalarının altını oyarken işgalin genişletilmesi uzun vadeli yeni sorunları beraberinde getirmektedir. Bu noktada Türkiye'nin elinde diplomatik araçlar söz konusudur. İsrail'in eylemleri ancak ABD baskısı ve bölgesel bir işbirliği ile engellenebilir. Ancak bu açıdan başarı şansının düşük olduğu söylenebilir.