Sosyal politikaların Türkiye'nin gündeminde yer alması ve kurumsallaşması süreci, 2000'li yıllarda yaşanan sosyal değişimin en önemli başlıkları arasında. Sosyal koruma sisteminin reformlarla ve yeni uygulamalarla dönüşümü, aslında sosyal ve ekonomik yapıdaki değişime karşılık verilen bir cevap. Sosyal politikaların uygulama araçları olan sosyal güvenlik, sosyal hizmet ve yardımların içeriği, hedef kitlesi ve hizmet sunma yöntemleri de sürekli bir değişim içinde. Bu değişim kaçınılmaz, çünkü toplumun ihtiyaçları ve beklentileri farklılaşırken, aynı zamanda yeni riskler ve krizler de bu değişimi zorunlu hale getiriyor. 1990'lı yılların sosyal politikalarıyla 2000'li yıllardaki talepler karşılanamayacağı gibi, 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlarken sosyal politikaların da her açıdan yeni talep, ihtiyaç ve beklentilere cevap verebilme niteliğine sahip olmak gerekiyor. Bunun için de öncelikle sosyal politikaların her birey için hak olduğu ve sosyal politika araçlarına ihtiyaç duymanın yalnızca sosyoekonomik değişkenlerle açıklanamayacağını kabul ederek başlamalıyız.
Bu kabulün yerine teknik olmayan, gerçeklikten uzak ve popülist söylemlerle sosyal politikaları tartışmak, bir nevi hak edilen bir hizmetin değerinin azaltılması anlamına geliyor. Türkiye'de sosyal politika denilince ilk konuşulan kalem ise sosyal yardımlar. Herhangi bir prim ödemeden sosyal yardımdan faydalanılabilmesi ve verimsiz harcama olarak kabul edilmesi politik tartışmalar için kullanışlı bir malzeme oluşturabilir. Özellikle her yıl açıklanan sosyal yardım harcama miktarlarının Avrupa ülkelerine göre düşük olmasına rağmen eğitim, sağlık, araştırma ve geliştirme gibi ulusal göstergelerle karşılaştırılarak sunulması, sosyal yardımların farklı risklere cevap verebilen niteliğinin göz ardı edilmesine yol açıyor.
Türkiye'deki Sosyal Yardım Programlarının Risklere Karşı Koruma Gücü
Türkiye'de mevcut durumda altmışa yakın sosyal yardım programı uygulanırken bu yardım programlarının hedef kitlesi ve amaçları farklılaştığı gibi aynı zamanda çeşitlilik de göstermektedir. Örneğin Türkiye'de eşi vefat etmiş kadınlara yönelik de sosyal yardım programı olduğu gibi, çocukların okullaşması için ailelere yapılan eğitim yardımı da mevcut. Dolayısıyla sosyal yardım programlarının yalnızca gıda, barınma ve kıyafet odaklı olmaktan çıkarak daha kapsamlı bir destek halini alması, ülkedeki refah sisteminin farklılaşan talep ve ihtiyaçları dikkate aldığını gösterir. Sadece sosyal yardım programlarının değil, sosyal güvenlik ve sosyal hizmet uygulamalarında da değişen ihtiyaç ve beklentilere cevap verebilmesi, zamanın değişiminin sosyal politikalara yansımasının bir sonucu. Dolayısıyla bu değişimi yeni uygulamalarla yönetmek gerekiyor.
Söz konusu değişimin önemli boyutlarından birisi de hem öngörülen hem de beklenmeyen şok ve krizlere karşı sosyal politikaların cevap verebilme niteliğini arttırmak. Mart 2020'de başlayan COVID-19 krizinde olduğu gibi salgın öncesinde herhangi bir ekonomik ve sosyal desteğe ihtiyaç duymayan bireyler, salgın sürecinde sosyal politikaların hedef kitlesi kapsamına alınmıştı. Yaşlı vatandaşların ilaç, yemek, temizlik ve özbakım gibi hizmetlerin VEFA destek gruplarıyla yönetilmesi, salgından dolayı gelir kaybı yaşayan kişilerin "Sosyal Koruma Kalkanı" ile sosyal yardım programlarından faydalanabilmesi, öngörülemeyen bir risk karşısında alınan sosyal politika önlemleri olarak öne çıkmıştır.
Salgın döneminde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü'nün ilk iki fazda mevcut sosyal yardım faydalanıcılarını sistem aracılığıyla, sonraki fazda ise başvuru esasına bağlı olarak daha önce sosyal yardımlardan faydalanmayanları hedef kitlesine alması, beklenmeyen bir krize karşı başarılı uygulama örnekleri olarak verilebilir. Sosyal politikaların her an ve herkes için gerekli olduğu veya bir gün gerekeceğini de ne yazık ki 6 Şubat 2023 depreminde tecrübe ettik. Bir gün öncesinde sosyoekonomik açıdan yeterli olan birey, ani bir şok karşısında sosyal politikalara ihtiyaç duyabiliyor.
Önleyici Müdahale Araçlarının Uygulanmasında Aile Danışmanının Rolü
Ancak bugüne kadar sosyal politikalar hep şok, kriz veya problem sonrasında uygulandı ve talep odaklı bir yaklaşım benimsendi. Bir krizi önlemenin maliyeti, kriz olduktan sonraki zararı telafi etmekten daha azdır ve aynı zamanda daha kolaydır. Dolayısıyla son olarak açıklanan "Aile Danışmanlığı" modeli, Türkiye'nin yeni yüzyıl hedeflerinde sosyal koruma sisteminin değişimi ve dönüşümü için önemli bir eşik. Fakat bu modelin "istihdam oluşturma alanı" olmaktan ziyade, öncelikle nasıl uygulanacağı, içeriği, uygulama aşamaları ve hedeflerinin tartışılması gerekmektedir.
"Aile Danışmanlığı" bir hanenin her bir üyesinin süreç içerisinde ihtiyaç duyduğu sosyal yardım ve sosyal hizmetleri belirleyeceği ve bu hizmetlere yönlendirebileceği gibi, hanedeki sosyoekonomik risk haritasına göre olası sorunları önleyici tedbirler için de sorumlu olmalıdır. Sosyoekonomik risk haritasının çıkarılması çok teknik bir konu gibi görünebilir. Ancak basitçe anlatılırsa hanenin yaş, eğitim, sağlık, gelir, meslek, çocuk, ebeveynlerin çocuğa yönelik yaklaşımı, suç bilgileri, vb. birçok değişkene göre önleyici ve sonrasında da müdahale araçlarını geliştirilmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla bir hanede "sorun oluştuktan sonra" değil, sorunu önlemek amacıyla sosyal politikaların uygulandığını görebileceğiz.
Sosyoekonomik risk haritasının çıkarılmasının en önemli faydalarından birisi de sosyal politika uygulamalarının başvuru esasına göre değil de arz odaklı bir yaklaşımla sunulması olacaktır. Tabii ki bireylerin ihtiyaçları için başvuru kanalı kapanmamalı, ancak her hane için "yararlanabileceğiniz sosyal yardım ve hizmetler şu şekildedir" şeklinde başvuru olmaksızın hizmetin arz edilmesi, sosyal politikaların her birey için aynı zamanda sosyal bir hak olduğu yaklaşımını güçlendirecektir. Ayrıca her hanenin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının bir aile danışmanı tarafından takip edilmesi ve bu ihtiyaçların karşılanması için yönlendirilmesi, vatandaşı "talep eden" özne konumundan çıkararak bu hizmetin zaten "hak" olduğu algısını, vatandaşın da "hak" sahibi konumunu sağlamlaştıracaktır.
Böyle bir model, özellikle sosyal yardım uygulamalarında "tembellik oluşturma", "sürekli yardım isteme", "hak etmediği halde başvuru yapma" şikâyetlerini de ortadan kaldırabilir. Türkiye'nin 2000'li yılların ilk çeyreğinde sosyal politikalarda attığı adımların ikinci çeyrekte talepleri karşılayabilmesi, risklerle mücadele edebilmesi ve vatandaşın kamu hizmetinden faydalanma niteliğinin artması için bu model bir başlangıç olacaktır.