Nisan'da Uluslararası Para Fonu (IMF) ile varılan mutabakat ve 15 Mayıs parlamento seçimleri sonucunda reform yanlısı bazı adayların kazanması Lübnan'daki siyasi ve ekonomik gelişmelere ilişkin umut kırıntısı sunmuş olmasına rağmen son gelişmeler sonrasında Lübnan'daki siyasetsizlik krizi daha da kökleşmektedir. IMF ile 3 milyar dolarlık kredi için varılan ön anlaşmanın sonrasında yerine getirilmesi gereken reformların somutlaştırılmaması ve parlamentodaki reformcu kanadın beklenilen siyasi etkiyi oluşturamaması Lübnan'daki sarmalı tekrar başa döndürmüştür. Öyle ki Lübnan ile ilgili herhangi bir haber ya da analiz ile karşılaşıldığında başlıkların her alanda kriz ile eşlenerek kullanıldığını görmekteyiz. İsrail ile bir süredir süren deniz alanları sınırlandırılmasına ilişkin ABD ve Birleşmiş Milletler (BM) destekli görüşmelerin, 2012'deki Frederic Hof öncülüğündeki "Hof Hattı" önerisinin aksine somut sonuca ulaşması ise Lübnan ile ilgili gelişmelerde not edebileceğimiz tek olumlu süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine ABD Dışişleri Bakanlığı Enerji Kaynakları Bürosunun başı Amos J. Hochstein'in aracılık ettiği görüşmeler sonucunda özellikle Kana ve Kariş gibi iki önemli gaz sahasının paylaşımı ve Lübnan'ın deniz alanlarının netleşmesi konusunda kayda değer bir mutabakata varılmıştır. Böylece Lübnan içinde bulunduğu siyasi kaosu hafifletmesi durumunda kendisine bırakılan Kana gaz sahasından elde ettiği kaynakları elektrik başta olmak üzere enerji sorununu çözme temelli kullanabilir.
Diğer taraftan söz konusu anlaşmaya ilişkin umutlu olmaya ve bahsi geçen potansiyelin somut kazanımlara dönüşmesine yönelik önemli engellerin olabileceği 1 Kasım'daki İsrail seçimleri ile ortaya çıkmıştır. Bu seçimlerin sonucunda daha güçlü bir şekilde iktidara dönme ihtimali beliren Binyamin Netanyahu'nun İsrail-Lübnan deniz sınırlarını belirleme anlaşmasına ilişkin muhalefetteyken sürdürdüğü sert eleştiriler söz konusudur. Netanyahu bu anlaşma ile İsrail egemenliğinin ve haklarının Lübnan tarafına terkedildiğini savunarak anlaşmayı "illegal" olarak tanımlamakta ve etkisizleştireceğini ifade etmekteydi. Bu durum Netanyahu'nun iktidarında bu anlaşmaya yönelik sınırlıda olsa bazı risklerin ortaya çıkabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca Netanyahu'nun Hizbullah'a yönelik radikal tutumu ve benzer şekilde Filistin meselesindeki yaklaşımı bu alandaki çatışmaları derinleştirebilir ve bölgesel çatışmaların dolaylı alanı haline dönüşen Lübnan'daki oldukça kırılgan ekonomik-siyasi yapı daha fazla çökmenin eşiğine gelebilir.
Bahsi geçen anlaşmaya ilişkin belirsizliklerin yanı sıra 1 Dolar'ın 40 bin Lübnan Lirası olması ile son üç senede yaklaşık %90 değer kaybeden Lübnan lirası, toplumun yaklaşık 2/3'ünün yoksullukla mücadele etmesi, Suriyeli göçmenlerin geri gönderilme sürecinde yaşanan sorunlar, Dolar mevduatlarını bankalardan çekemeyen Lübnanlıların banka soygunculuğuna girişmesi, artık periyodik hale gelen elektrik-su kesintileri ve eğitim, sağlık ve diğer sosyal alanlarda yaşanan oldukça acil krizler Lübnan'daki siyasi elitlerin "kasıtlı buhran" durumunu tercih ettiğine yönelik eleştirilere yol açmaktadır.
Öyle ki beklenilenin aksine Lübnan'daki siyasi gruplar ve etkili aktörler bu tür sorunlara yönelik acil, etkili ve köklü çözümler üretmek yerine siyasi alanın daha da işlevsiz hale gelmesi için yoğun çaba sarf ediyor gözükmektedir. Bu durum uluslararası kurumların ve bazı siyasetçilerin Lübnan'daki buhranın bir zorunluluk değil seçim olduğu yönünde Lübnan siyasi aktörlerine kayda değer eleştiriler yöneltmektedir. Normalde de siyasi krizler ile fazlası ile anılan Lübnan'da Necip Mikati başbakanlığındaki "geçici hükümet"in yaklaşık bir seneden fazla süredir kabine kurulamaması nedeni ile işbaşında kalması ve dördüncü oturumda görev süresi dolan Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn yerine yeni cumhurbaşkanı seçilememesi Lübnan siyasetini çözülmesi zor bir düğüm haline dönüştürmüştür.
Bu gelişmeler sonrasında Avn'ın Lübnan Cumhurbaşkanlığı makamını boşaltması ve bunu yaparken "geçici hükümet"in istifa kararını resmileştiren kararnameyi imzalaması halihazırda çökmüş ve zayıf niteliği nedeni ile "devletsiz" olarak tanımlanan Lübnan'da cumhurbaşkanın olmadığı ve hükümetin kurulamadığı anarşik bir durum oluşturmuştur. Avn'ın cumhurbaşkanı seçilmesinden önce yaklaşık 2,5 sene ve 46 oturum geçtiğini hatırladığımızda Lübnan'ın karşılaşması muhtemel olumsuz senaryolar daha net anlaşılabilir.
Bu şekilde anarşik bir ortamda "banka soygunları" başta olmak üzere günden güne derinleşen belirsizlik ve kaotik ortamın iç savaş hayaletini yeniden gündeme taşıması ve Lübnan'daki gruplar arasında bazı çatışmaların vuku bulması ihtimal dahilindedir. Diğer bir ifade ile çözülmesi gerekli ve her yere nüfuz eden kronik sorunlara rağmen bu sorunları çözme amacı ile tasarlanmış siyasi mekanizmalardaki şaşırtıcı atalet ve umursamaz durumun getirdiği siyasetsizlik ve Lübnan'daki mezhep temelli aktörlerin kendi öncelikleri ile siyasi planlamalarını oluşturması Lübnan'ı farklı çatışmaların içine çekme riski taşımaktadır.
Önümüzdeki süreçte Hizbullah öncülüğündeki ittifakın ve Hizbullah karşıtı ittifak ile parlamentoda yer bulan reform kanadı temsilcilerinin kabinenin oluşturulması ve cumhurbaşkanının seçilmesi noktasında uzlaşıdan uzak tavır sergilemesi karamsar tabloyu pekiştiren Lübnan realitesi olarak belirmektedir. Sonuç olarak 17 Ekim 2019 protestoları ile değişim-reform taleplerini dillendirerek sokaklara dökülen Lübnanlıların o tarihten itibaren başta 4 Ağustos 2020 Beyrut Limanı patlaması olmak üzere yaşadıklarını kronolojik olarak sıraladığımızda dahi, Lübnan'ın her gün daha da kötüye giden sosyo-politik ve ekonomik sorunlar ile bu sürece etkin şekilde cevap verme iradesi göstermeyen siyasi elitler arasında sıkışmayı ve buhranı sürdürdüğü söylenebilir.