Son dönemde özel olarak Lübnan ile Suudi Arabistan arasında yaşanan ve sonrasında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Kuveyt'in de Riyad'ın Lübnan'a yönelik tutumunu onaylaması ile adeta Körfez ülkeleri ile Lübnan arasında bir krize dönüşen gelişmeler, Lübnan'da her alanda hissedilen ekonomik krizin maliyetini daha da ağırlaştırmıştır. Özellikle Lübnan'daki Sünni kesimlerin bahsi geçen Körfez ülkeleri ile kültürel, ekonomik ve siyasi çok boyutlu etkileşimi düşünüldüğünde Türkiye'ye yönelik Lübnan'daki beklentilerin arttığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda bölgesel krizlerin çözümünde aktif-yapıcı rol üstlenen Türkiye'nin de Lübnan'a yönelik artan ilgisi Beyrut'a düzenlenen resmi ziyaretlerde, yoğunlaşan ekonomik ilişkilerde ve güçlenen karşılıklı toplumsal ilişkilerde rahatlıkla gözlenebilmektedir. Bu durum bölgesel güç çekişmelerinin merkezi olan Lübnan'da etkili olan bölgesel aktörlerin ve Lübnan'daki yerel aktörlerin, Türkiye'nin Lübnan politikasını anlamlandırmaya yönelik çabalarını artırmıştır.
Bu noktada 2016'dan bu yana Lübnan'a 4. kez resmi ziyaret düzenleyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Lübnan'da gerçekleştirdiği temasların bir süredir oluşturulmaya çalışılan Lübnan politikasının kısa bir özeti olduğu ifade edilebilir. Bu politikanın ilk ana unsurunu, Türkiye'nin Lübnan'da İran ya da Suudi Arabistan gibi ülkelerin aksine istikrar sağlayıcı bir aktör olarak yer alma tutumu oluşturmaktadır. Böylelikle Lübnan'daki çok boyutlu krizin temel tetikleyici faktörlerinden olan bölgesel düzlemin Türkiye aracılığı ile giderilmesi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda halihazırda Lübnan içerisinde ve bölgesel bağlamda Türkiye'nin Körfez ülkelerinin oluşturduğu boşluğu doldurup doldurmayacağına yönelik tartışmalar, Lübnan ve Körfez ülkeleri arasındaki son kriz ile yeniden gündeme gelmiştir. Diğer taraftan Türkiye'nin Lübnan politikasında bahsi geçen ilk ana unsurun, herhangi bir fırsatçı yaklaşım ile ya da ülkede oluşması muhtemel boşluğu doldurmaya yönelik taktiksel zeminde olmadığını ifade etmek gerekmektedir. Uzun dönemdir oluşma sürecinde olan Lübnan politikasının ilk temeli son Çavuşoğlu ziyaretinde vurgulandığı üzere Lübnan ile yapıcı diyaloğa dayalı ve Lübnan'daki bir mezhepsel gruba endeksli olmaktan ziyade Lübnanlıların genel olarak sorunlarını çözmeye yönelik bir yaklaşımdır.
Bu politikanın sonucu olarak Türkiye'nin, özellikle bahsi geçen Körfez ülkelerinden farklı Lübnan yaklaşımı ile ayrılan Katar ile Lübnan'da altyapı, sağlık, iletişim, ulaşım ve diğer sorunlu alanlarda somut kakı sunmayı hedeflediğini söyleyebiliriz. Bu durum Türkiye'nin Lübnan ve bölgedeki rolüne diğer bazı Lübnanlı gruplara kıyasla sempatik bakan ve oldukça destekleyen Sünni kesimler ile Lübnanlı Türklerin de Lübnan sosyo-politik hayatında daha görünür olmasını beraberinde getirebilir. Dolayısı ile bütüncül ve diğer bölgesel aktörler gibi tek bir mezhepsel siyasete indirgenmemiş kapsayıcı Lübnan siyasetinin Türkiye'nin aktif rolünü halihazırda memnuniyetle karşılayan grupların da lehine olacağı aşikardır. Lübnan'daki mezhepsel siyasetin oluşturduğu derin krizlerin önemli bir bölgesel boyutu ve Fransız sömürge mirasının da bu konuda belirleyici olduğu düşünüldüğünde, yapıcı bir bölgesel aktörün Lübnan siyaseti için ne derece elzem olduğu rahatlıkla anlaşılabilir.
Türkiye'nin Lübnan siyasetinin ikinci boyutu ise Lübnan'ın egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına yönelik vurgudur. Yine bu konuda oldukça sorunlu süreçlerden geçen Lübnan'a yönelik bu vurgu Türkiye'nin Lübnan'ın özellikle güvenlik alanında yaşadığı zafiyetleri gidermede aktif rol üstlenmesini beraberinde getirebilir. Bilindiği gibi Lübnan'da güvenlik sektörü oldukça parçalı ve dış-iç güvenliği sağlama yönünde önemli meydan okumalar ile karşılaşabilmektedir. Dolayısı ile son dönemlerde Türkiye'nin Libya, Suriye, Katar krizi ve Karabağ'ın özgürleştirilmesi sürecindeki askeri katkıları göz önüne alındığında, güvenlik sektöründe kaydettiği ilerleme daha rahat görülebilir. Bu çerçevede Lübnan toprak bütünlüğünü koruma, iç-dış tehditlerini engelleme ve sınır güvenliği tesis edebilme noktalarında Türkiye ile güvenlik-savunma sektörü temelli işbirliği gerçekleştirebilir. Bu durum Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları ve bu kaynakların ilgili pazarlara ulaştırılması konularında ihmal edilmesine rağmen stratejik konumu haiz Lübnan'ın hak ettiği noktaya ulaşmasına da katkı sağlayabilir.
Türkiye'nin Lübnan yaklaşımındaki ana unsurlarından önemli bir tanesi de ekonomik ilişkilerin mevcut halinden çok daha ileriye taşınmasıdır. Farklı mezhepsel gruplardan Lübnanlı turistlerin artan şekilde alışveriş, tatil ya da diğer kültürel faaliyetler konusunda Türkiye'yi tercih etmesi, iki ülke arasındaki potansiyelleri tam olarak karşılamasa da ticari ilişki açısından önemlidir. Türkiye ve Lübnan arasında artacak karşılıklı ekonomik bağımlılık, Beyrut ve Trablus gibi Doğu Akdeniz'de iki önemli limana sahip olan Lübnan'ın ekonomik konumunu güçlendirmeye ve Türkiye'nin de bu konudaki bölgesel rolünü pekiştirmeye katkı sağlayabilir. Libya ile denizden komşu olma stratejisi ile önemli bir Doğu Akdeniz stratejisi oluşturan Türkiye'nin benzer bir yaklaşım ile Doğu Akdeniz jeopolitiğinde diğer önemli ülke olan Lübnan'a yönelmesinin iki ülkeye de önemli kazanımlar sağlayacağı ve krizlerle anılan-boğuşan Lübnan'da belirli bir rahatlık sağlayabileceği ifade edilebilir.