İran halkı 28 Haziran'da 14. kez cumhurbaşkanını belirlemek üzere sandığa gitmeye hazırlanıyor. Geçtiğimiz günlerde ülkenin en güçlü siyasal organlarından Anayasayı Koruyucular Konseyi, 80 aday adayından altısına cumhurbaşkanlığı adaylığı vizesi verdi. Adaylardan beşi muhafazakar biri ise reformist olarak sınıflandırılsa da aslında bu sınıflandırmanın gözden kaçırdığı önemli detaylar bulunmakta. Bu detayların seçmen tercihini kuvvetli bir şekilde etkileme ihtimali de bir hayli yüksek.
İbrahim Reisi'nin beklenmedik kaybı, İran siyasetini pek çok önemli tartışmanın merkezine çekti. Reisi'nin Hamaney'in halefi olarak çokça zikredilmesi, ölümüyle birlikte sadece cumhurbaşkanı kaybının değil bir sonraki dini liderin kim olacağı sorusunun da konuşulmasına ve buna uygun stratejilerin ilgili taraflarca oluşturulmasına zemin hazırladı. Anayasa gereği görevdeki cumhurbaşkanının hayatını kaybetmesini müteakip 50 gün içerisinde yeni cumhurbaşkanının seçilmesi gereken İran'da, önümüzdeki günlerde gerçekleşecek erken cumhurbaşkanlığı seçimleri, hem ülkenin icra makamını hangi grubun dolduracağını hem de bir sonraki dini liderin seçimi üzerinde kimlerin söz sahibi olacağını belirleyecek.
İran siyaseti 1979'dan bu yana pek çok majör dönüşüm yaşadı. Bugünlerde yaşanan gelişmeler de benzer bir niteliği haiz. Müesses nizamın son yıllarda yaşadığı sıkışmışlık, İslam Cumhuriyeti'nin geleceğinin ne olacağı, ekonominin nasıl düzeltileceği, etnik ve mezhepsel gerilimlerin nasıl yönetilebileceği, bölgesel gelişmeler karşısında nasıl bir siyaset takip edileceği ve hususen İsrail ile doğrudan ve dolaylı çatışmanın nereye evrileceği gibi sorular karşısında etkili cevaplar üretememekten ileri geliyor. Ancak yüzeyin altında çok daha temel bir mesele, müesses nizamın halk ile arasındaki kopukluğun nasıl giderileceği, en azından mesafenin bir nebze dahi olsa nasıl kapanabileceği sorusu etrafında şekilleniyor. Son yıllarda güvenlikleştirme ve militarizasyonun rengini verdiği İran siyasetinde esneme ve yumuşama alternatifini konuşabilmek kolay değil. Ancak bu ihtimale kapı aralanmadığı takdirde nizamın küstürdüğü sadece kitleler değil elitler de başka yollara savrulabilirler.
Son iki parlamento (2020-2024) ve 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tecrübe edilen İran İslam Cumhuriyeti tarihinin en düşük katılım oranları, nizamın kendine çeki düzen vermediği takdirde meşruiyetinin nasıl hızlıca aşındığının en dramatik göstergelerinden sayılabilir. Katılım oranlarını belirleyen tek bir sebep yok. Ancak siyasetin alanının daralması en temel sebep. Siyasetin tek renkli hale gelmesi, alternatif figürlerin ve siyasi yaklaşımların önünün kesilmesi, halkın sandık yoluyla gündelik dertlerine deva bulabileceği umudunu yerle bir etti. Bugüne kadar seçimlere katılım üzerinden dış dünyaya gücünü gösteren İran'ın son yıllarda bu seçenekten mahrum kaldığı görülüyor.
Önümüzdeki seçimler bu açıdan müesses nizam için önemli. Belki de bu yüzden son yıllardaki trende aykırı bir biçimde reformist bir adayın yarışmasına izin verildi. Mesud Pezeşkiyan, Doğu Azerbaycan vilayeti milletvekili ve Hatemi döneminin sağlık bakanı. Reformist Cephe tarafından adaylığına destek veriliyor. Eski reformist Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi de kendisini açıkça desteklediğini açıkladı. Bu anlamda reformistlerin son seçimlerdeki boykotu da kırılmış oldu. Yine de bu hamlenin değişim bekleyen seçmeni sandığa çekip çekemeyeceği şüpheli, zira son yıllarda İran'da muhalefet hatırı sayılır bir biçimde sistem dışı nitelik kazandı. Bu yüzden paradoksal olarak müesses nizam ve onu reforme etmeye çalışanların amaçları bu seçimde aynı: Katılımı yükseltmek. Katılımın yüksekliği hem Pezeşkiyan'a hem de İslam Cumhuriyeti'ne yarayacak. Pezeşkiyan cumhurbaşkanlığı şansını artırırken sistem de meşruiyet kaybını takviye edecek.
Pezeşkiyan'ın söylemleri, Hatemi ile kıyaslandığında ılımlı-muhafazakar bir tonda kalıyor. Açıkçası muhafazakar seçmene göz kırpan Pezeşkiyan'ı Hatemi'nin desteği nereye kadar taşıyabilir merak konusu. Öte yandan İran halkını sandıktan uzaklaştıran sebepler, seçimlerde reformist adayların olup olmamasından çok daha derinlere uzanıyor. Bu sebeple Pezeşkiyan'ın işi zor. Yine de etnik azınlıklardan, bilhassa Türklerden oy alma avantajına sahip olduğu da gözden kaçmamalı.
Diğer yandan Said Celili ve Muhammed Bakır Galibaf, Pezeşkiyan'ın karşısında güçlü muhafazakar adaylar olarak dikkat çekiyor. Galibaf, Tahran Belediye Başkanlığı ve uzun yıllar milletvekilliği deneyimlerine sahip olmanın yanında eski bir Devrim Muhafızları komutanı. Celili ise İran'ın en ağır uluslararası yaptırımlara maruz kaldığı yıllarda Nükleer Başmüzakereciydi. Dini lider Ali Hamaney'in siyasi bürosunun idaresi ve Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterliği gibi görevlerde de bulundu. Celili, Galibaf'a nazaran daha sert ve radikal bir karakter. Ancak milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinde başarısızlıklarla dolu bir karnesi var. 2004 ve 2008 Meclis seçimlerinde aday olmasına rağmen milletvekili seçilemedi. 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de 3. sırada yarışı tamamladı. Galibaf'ın dezavantajı ise özellikle ailesi üzerinden son yıllarda maruz kaldığı saldırılar ve yolsuzluk suçlamaları.
Reformist Pezeşkiyan'ın bir diğer avantajı da muhafazakar oyların Celili ve Galibaf arasında bölünme ihtimali. Eğer diğer üç aday (Purmuhammedi, Kadızade Haşimi ve Zakani) ile birlikte muhafazakar adaylar tek bir aday lehine yarıştan çekilmezlerse ilginç sonuçlara gebe olacak bir seçim bizi bekliyor demektir. Seçimlere adım adım yaklaşıldıkça yaşanacak gelişmeler sonuçları etkileyecek. Bu yüzden kimin kazanacağına dair konuşmak için erken. Ancak kim kazanırsa kazansın, İran siyasetinin kronik gündem konuları uzun yıllar daha varlığını sürdürecek gibi görünüyor.