25 Nisan'da Türkiye, Suriye, İran ve Rusya savunma bakanları ile istihbarat kurumları başkanları Moskova'da bir araya gelerek Türkiye-Suriye ilişkilerindeki gelişmeleri ve önümüzdeki dönemde atılacak adımları görüştüler. Toplantı sonrası Türk Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, tarafların Suriye'nin toprak bütünlüğüne olan bağlılıkları, terör örgütleriyle mücadelede kararlılıkları, mültecilerin Suriye'ye geri dönüşü ve bölge dışı güçlerin varlığına karşı tutumları vurgulandı. Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesi adına atılacak adımların toplantıda konuşulduğu ifade edildi.
Türkiye-Suriye normalleşmesi bir süredir dış politika gündeminde sessiz ama derinden ilerleyen bir süreci ifade ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu senenin başında istihbarat düzeyindeki görüşmelere ilaveten savunma ve dışişleri bakanları düzeyindeki görüşmelerin gerçekleşmesinin ardından devlet başkanları düzeyinde de bir araya gelinebileceğini söylemişti. Henüz dışişleri bakanları bir görüşme gerçekleştirmediler ancak Moskova'daki son toplantı, tarafların normalleşme hususundaki ciddiyetlerinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Devlet başkanları düzeyindeki görüşmeler için de bir süre daha beklemek gerekecektir.
Türk Askeri Suriye'den Çekilir mi?
Suriye resmi haber ajansı SANA ise, toplantıda Türk askerlerinin Suriye'den çekilmesinin görüşüldüğünü ve toplantının genel olarak olumlu bir atmosferde geçtiğini iddia etti. Ancak Türk askerinin Suriye topraklarından çekilmesinin belirli şartlar sağlanmadan gerçekleşmesinin ihtimal dahilinde olmadığı ileri sürülebilir. Bu şartların en önemlisi, Suriye topraklarından Türkiye'ye yönelen terör tehdidinin ortadan kalkmasıdır. Bölgede ABD'nin hamiliğinde faaliyet gösteren terör örgütü PKK'nın Suriye uzantısı PYD/YPG'nin varlığı sona ermeden Türk askerlerinin bölgeyi terk etmeleri gerçekçi bir senaryo olarak değerlendirilemez. Terör örgütünün faaliyetlerinin sona ermesinin koşullarından en önemlisi ise bölgedeki ABD varlığının sona ermesi ve ABD'nin bu örgüte olan desteğinin kesilmesidir. Yakın gelecekte bu ihtimalin gerçekleşeceğine dair bir emare bulunmamaktadır.
Diğer şart ise Suriyeli mültecilerin vatanlarına geri dönmeleri adına ülkede emniyetli bir durumun sağlanmasıdır. Özellikle İdlib düğümünün çözülmesi, anayasa komisyonu çalışmalarının nihayete ermesi, seçimlerin yapılması ile kalıcı barışın tesisi bu sürecin temel belirleyenleri olarak öne çıkmaktadır. Türk askerinin Suriye'deki varlığı, terör tehdidine karşı Türkiye'nin güvenliğinin sağlanması kadar Türkiye'ye yeni mülteci akınlarının önlenmesi anlamında da işlevseldir. Zira Türk askerinin denklemden çıktığı bir durumda iç savaşın yeniden alevlenmesi ve yeni mülteci dalgalarının oluşması riski bir hayli yüksektir.
Türk-İran İlişkilerinde Suriye Faktörü
Türkiye-Suriye ilişkilerindeki bozulma, Türkiye-İran ilişkilerini de karmaşık bir şekilde etkiledi. İki ülke Suriye ihtilafı konusunda karşıt görüşlere sahipti; Türkiye muhalif grupları, İran da Suriye hükümetini destekliyordu. Bu durum iki ülke arasındaki gerginliğin artmasına neden oldu. 2011 yılından beri Ankara-Tahran hattında Suriye'nin gölgesi eksik olmadı. Öte yandan, Türkiye ve İran'ın özellikle ekonomik konulardaki ilişkileri devam etti ve Suriye ihtilafına siyasi bir çözüm bulmaya çalışmak için birlikte çalıştılar. Özellikle 2016 yılından sonra Türkiye'nin Suriye siyasetindeki temel önceliği artan terör tehdidine karşı kendi sınırlarının güvenliğini sağlama ve bu doğrultuda Suriye topraklarında teröre karşı operasyonlar yapmak şeklinde evrildi.
Türkiye'nin askeri açılımını takiben Suriye'de ateşkesi mümkün kılan Astana süreci de 2016-2017 döneminde devreye girdi. Türkiye, Rusya ve İran'ın garantörlüğündeki süreç şu zamana kadar iç savaşın bitirilmesi yönündeki en etkili adım olma özelliğini taşıyor. 2022 itibarıyla da Rusya'nın arabuluculuğu ile Türkiye-Suriye ilişkilerinde normalleşme konusu gündeme geldi ve bir süre sonra masaya İran da dahil oldu (ya da kendine masada yer açtı). Zaten İran'ın masada olmadığı bir Suriye normalleşmesinin gerçekçiliği de tartışmalı olurdu. Türkiye de en başından beri çözümün İran'ın da bir parçası olacağı diplomatik bir zeminde mümkün olacağını söylemişti. Hatta iki ülke ilişkilerinin en kızgın olduğu dönemlerden birinde, 2014 yılındaki Cenevre-2 toplantısına İran davet edilmediğinde bile Türkiye'nin resmi tutumu İran'ın da toplantıda olması gerektiği şeklindeydi. Benzer bir şekilde geçtiğimiz Ocak ayının sonunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye-Suriye normalleşme sürecine katılması için İran'a davette bulunmuştu.
Süreç şimdilik yavaş ancak emin adımlarla ilerliyor. Yine de Mısır ile normalleşmeye kıyasla Suriye ile ilişkilerin daha çabuk toparlanması beklenebilir. Fakat yukarıda da ifade edildiği üzere tamamen 2011 öncesine dönüş şu an için mümkün görünmemektedir. Zira Suriye'de suların durulması ve kalıcı siyasal barışın sağlanması önünde ciddi engeller bulunmaktadır. Bu engeller karşısında Türkiye'nin Suriye'deki askeri angajmanı bir süre daha söz konusu olacaktır.
Siyasal ilişkilerde buna rağmen normalleşmenin belirli bir seviyeye kadar başarılması mümkündür. Bu durumun Türkiye-İran ilişkilerine de olumlu katkısının olacağı söylenebilir. İranlı yetkililerin sürece dair şimdiye kadarki açıklamaları olumlu olmuştur. Özellikle Güney Kafkasya'da tansiyonun giderek tırmandığı bir dönemde Türkiye-İran ilişkilerindeki muhtelif gerginlik kaynaklarının ortadan kaldırılması büyük önem taşımaktadır. Ayrıca İran-Suudi Arabistan ilişkilerinde normalleşme ve Arap dünyasının Suriye'yi yeniden meşru bir aktör olarak kabul etme süreçleri göz önüne alındığında, Türkiye'nin Suriye ile normalleşme ihtiyacı kendini göstermektedir.
Son olarak, ABD'nin sürece karşı tavrını açıkça ortaya koymasına rağmen Türkiye'nin Suriye ve İran siyasetinde geleneksel olarak özerk bir yaklaşıma sahip olduğu bilinmektedir. ABD için en akılcı siyaset, teröre verdiği desteği kesmesi ve Ortadoğu'daki genel normalleşme dalgasını kabul etmesi olacaktır. Bu yaklaşım, Ukrayna cephesi ve Çin'in oldukça görünür hale gelen meydan okuması karşısında ABD'yi rahatlatabilir. Aksi durumda ABD'nin Ortadoğu'da Çin'e karşı ilk mağlubiyetini (İran-Suudi Anlaşması) diğerleri takip edecektir.