ABD'nin sabık Başkanı Donald Trump, iktidara geldiğinde Obama'nın İran siyasetini tamamen terk etmiş ve nükleer anlaşmadan çekilmişti. Trump, kendi döneminde inşa ettiği İran siyasetini "maksimum baskı" olarak kavramsallaştırmıştı. Buna göre İran'ın yaptırımlarla terbiye edilmesi, Tahran'ın geleneksel rakipleri olan Körfez Arap monarşilerinin güçlendirilerek İran'ın çevrelenmesi, İran içinde ve dışındaki muhtelif operasyonlarla da Tahran yönetiminin zayıflatılması hedefleniyordu. Bu doğrultuda ABD'nin en yakın çalışma ortağı İsrail olmuştu. Washington'ın "maksimum baskı" siyaseti, İsrail'in "ahtapot doktrini" ile katmerlenerek sahaya yansıdı. Kasım Süleymani ve Muhsin Fahrizade suikastları, İran karşıtı Washington-Tel Aviv ittifakının en çarpıcı eylemleri olarak tarihe geçti.
2021 yılında Joe Biden'ın yeni ABD Başkanı olarak göreve başlaması ile birlikte ise Washington'ın yeni bir İran siyasetini devreye sokacağı beklentileri doğmuştu. Nükleer müzakerelerin yeniden başlaması, kısa sürede sonuçlanması ve İran yaptırımlarının bu doğrultuda kaldırılması öngörülmekteydi. O dönem yazdığım analizlerde bu beklentinin gerçekçi olmadığının altını defalarca çizmiştim. Nitekim nükleer müzakereler yeniden başlamasına rağmen meyve vermedi ve uzun bir zamandır tıkanık durumda.
Ukrayna savaşı, tüm küresel dengeleri dönüştürdüğü gibi nükleer müzakereleri de etkiledi. Özellikle Rusya-İran askeri işbirliğinin Ukrayna sahasına taşınması, ABD ve Batılı müttefiklerinin İran siyasetlerini sertleştirmeleri sonucunu doğurdu. Geleneksel olarak İran'a karşı ABD'nin sert siyasetini yumuşatma görevi üstlenmiş, "eleştirel diyalog" (critical dialogue) ve "kapsamlı diyalog" (comprehensive dialogue) yaklaşımlarını benimsemiş Almanya bile son dönemde İran'a karşı oldukça şahin bir retorik benimsemiş durumda. Son günlerde İran'a yönelik gerçekleşen saldırılar ise Washington'ın "maksimum baskı" siyasetinin örtük olarak sürdüğünü gösteriyor.
Birbiri Ardına Saldırılar
28 Ocak gecesi, İsfahan'da bulunan ve İran Savunma Bakanlığına ait bir mühimmat fabrikasına drone saldırısı gerçekleştirildi. İsrail tarafından gerçekleştirilen saldırı sonrası binanın çatısında hasar oluştuğu İran resmi makamlarınca ifade edildi. Droneların İran sınırları içerisinden kaldırılması ise İsrail istihbaratının sızma faaliyetlerinin başarısını göstermekteydi. Her ne kadar İran makamları İsrail'i değil de Irak'taki Kürt grupları mesul gösterseler de bunun bir imaj koruma manevrası olduğu açıktır. Bu saldırıdan bir gün sonra ise Suriye-Irak sınırındaki Ebu Kemal kasabası yakınlarında hareket halindeki bir İran konvoyuna saldırı düzenlendi. Saldırıda 25 tırdan 6 tanesinin vurulduğu bildirildi. Bu tırların Hizbullah'a silah götürmek üzere Lübnan'a doğru hareket halinde oldukları iddia edildi. Bu saldırının da İsrail veya ABD tarafından düzenlendiği tahmin ediliyor.
ABD'nin İran Özel Temsilcisi Robert Malley ve ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın İran'ın nükleer programı üzerindeki baskıyı artıracaklarına dair açıklamaları ise saldırılardan hemen önce gelmiştir. ABD yönetimi, İran'dan petrol almayı sürdüren Çin yönetimi ile ilgili de muhtelif tedbirler alacağını açıklamıştır. Bütün bu açıklamalar ve sahadaki saldırılar, İran'a yönelik baskının önümüzdeki günlerde artacağını göstermektedir. Elbette böyle bir senaryoda nükleer müzakerelerden bir sonuç beklemek da hayaldir. Ukrayna savaşının son tank sevkiyatı sonrasında başka bir boyuta evrileceği tahmin edilmektedir. Savaş devam ettikçe ve sertleştikçe, İran'a yönelik baskılar da çeşitli şekillerde tezahür etmeye devam edecektir. İran'ın Rusya'ya olan drone desteği sürdüğü müddetçe de alternatif bir senaryoya yer yoktur.
İran-Azerbaycan Geriliminde Son Perde
2020 yılında Karabağ'ın özgürleştirilmesi sonrası Güney Kafkasya'da oluşan yeni dengeler Tahran yönetimini ciddi şekilde rahatsız etmişti. Zengezur Koridoru'nun açılması ve İran'ın Ermenistan ile olan kara bağlantısının kesilmesi ihtimaline karşı Tahran yönetimi çok sert mesajlarla Bakü yönetimini tehdit etmişti. Bakü yönetimi de aynı sertlikte karşılık vererek Tahran'ı sahadaki yeni gerçekliğe razı etmeye çalışmıştı. Ancak Tahran yönetimi, Azerbaycan sınırında gerçekleştirdiği askeri tatbikatlarla gerilimi artırma yolunu tercih etti. Son olarak, iki ülke arasındaki tansiyon, 27 Ocak'ta yaşanan elim bir hadise ile zirveye ulaştı.
İran vatandaşı silahlı bir saldırganın Tahran'daki Azerbaycan büyükelçiğine düzenlediği saldırı sonucu bir güvenlik görevlisi katledildi ve iki görevli ise yaralandı. Güvenlik kamera kayıtlarından görüldüğü üzere diplomatik polisin saldırgana müdahale etmemesi ve saldırganın yakalanmasının ardından İran medyasına röportaj vermesi gibi "anormal" hadiseler, Azerbaycan yönetiminin çok sert tepki vermesini doğurdu. İran makamları saldırının "aile meselesi" kaynaklı olduğunu iddia etse de iki ülke ilişkilerinin son derece gergin olduğu bir zamanda yaşanan bu hadise, başka senaryoları akıllara getirmektedir. Saldırganın dengesiz ruh hali, kalaşnikof ve molotof kokteyli gibi araçlarla saldırıyı düzenlemesi, polisin müdahalede bulunmaması gibi faktörler, bu saldırıya bir takım istihbarat etmenlerinin dahil olmuş olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir.
Azerbaycan yönetimi saldırıyı bir "terör eylemi" olarak ifade etmiş, büyükelçilik "geçici olarak" kapatılmış ve elçilik personeli Azerbaycan'a geri dönmüştür. Her ne kadar İran hükümeti durumu toparlamaya çalışsa da Bakü yönetimini ikna edememiştir. İran'ın uzun bir süredir yürüttüğü ve gerginlik dışında bir çıktı vermeyen Azerbaycan siyaseti, Güney Kafkasya'daki krizi büyütmektedir. ABD, İsrail ve Avrupa tarafından kendisi üzerindeki baskının peyderpey arttığı bu dönemde İran'ın Azerbaycan ile didişmesi, şüphesiz bahsi geçen aktörler için de yeni baskı araçlarını devreye sokabilecekleri fırsat alanları yaratmaktadır. Bu anlamda, elçilik saldırısı sonrası İran'ın yabancı temsilcilikler için ne kadar güvenli olduğu sorusu ve tartışması da gündeme gelmiştir.