ABD Başkanı Trump'ın ülkesini nükleer anlaşmadan çekmesinden tam bir yıl sonra İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İran'ın anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerinin bir kısmını askıya aldığını duyurdu. Buna göre İran zenginleştirilmiş uranyum ile ağır su satışlarını durduracaktı. Ruhani, Avrupa Birliği 60 gün içerisinde İran'ın istediği adımları atmazsa yüzde 3,67'lik uranyum zenginleştirme limitine daha fazla riayet etmeyeceklerini ve Arak'taki nükleer reaktörü tamamlayacaklarını da söyledi. Şu an için nükleer anlaşma sınırları içerisinde kalmaya devam ettiklerini söyleyen İran yönetimi, böylece topu AB'nin kucağına attı. AB ise İran'ın bu tutumunun kabul edilemez olduğunu söyleyerek 60 günlük mühleti tanımadıklarını bildirdi. Böylelikle İran, nükleer anlaşmadan tamamen çekilme yoluna girmiş oldu.
İran'ın bu kararı alması sürpriz değil. Son bir yıl içerisinde yaşanan gelişmeler İran'ı bu kararı almaya zorlamıştır. ABD'nin İran üzerinde uygulamış olduğu baskı siyaseti, İran'ı ekonomik ve siyasi anlamda zor durumda bırakmıştır. Nükleer anlaşmadan çekilen ABD, 2015 öncesinde İran'a uygulanan yaptırımları yeniden devreye sokmuştu. İran'ın petrol ihracatını sıfıra indirmeyi hedefleyen yaptırımlar ile birlikte İran ekonomisi için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Bununla kalmayan ABD, İran'ın resmi ordusu olan Devrim Muhafızları'nı terör örgütü ilan etmiş ve son olarak da USSAbraham Lincoln uçak gemisini Körfez'e yollayarak savaş sinyalleri vermişti.
ABD yaptırımları İran ve AB'nin birlikte geliştirmeye çalıştıkları INSTEX sistemiyle aşılmaya çalışılsa da bu konuda dişe dokunur bir başarı sergilenememiştir. Bunun yanında Devrim Muhafızları'nın terör örgütü ilan edilmesinin İran için çok ciddi negatif ekonomik sonuçları olmasına rağmen AB'den bu konuda da İran'ı destekleyici bir mesaj gelmemiştir. ABD, hiçbir ülkenin İran'dan petrol satın almaması için uygulamaya koyduğu yaptırımları devreye sokarken 8 ülkeye sınırlı bir süreliğine muafiyet tanımıştı. AB üyesi İtalya ve Yunanistan da muafiyet tanınan ülkeler arasındaydı. Ancak bu iki ülkenin henüz muafiyet süresi dolmadan petrol alımını kesmeleri İran için AB desteği konusundaki soru işaretlerini çoğaltmıştır. Dahası İran ile iş yapan şirketlere ABD yaptırımlarına karşılık AB tarafından etkili siyasi güvencelerin verilmemesi, Total, Renault, Siemens, Volvo, Airbus, Air France, Shell ve daha birçok Avrupalı şirketin İran pazarından çekilmesi sonucunu doğurmuştur.
Önümüzdeki süreçte İran'ın nükleer anlaşmadan tamamen çekileceğini öngörmek güç değildir. Son bir yılın İran'a öğrettiği nükleer anlaşmanın ABD olmadan yürütülemeyeceği ve AB'nin ABD'yi dengeleyecek bir alternatif bir güç merkezi olamayacağıdır. Bu yüzden yeni bir anlaşma için İran'ın doğrudan ABD ile müzakerelere başlaması olasıdır. Elbette bu anlaşmanın Trump'ın istediği tarzda bir anlaşma olması muhtemeldir. Bu durumda İran tarafının daha fazla taviz vereceğini öngörmek yanlış olmayacaktır.
Geçtiğimiz günlerde İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif'in ABD'deki Asia Society'de katıldığı bir programda Trump'ın etrafında ABD-İran savaşını zorlayan bir B-Takımı'ndan bahsetmesi ve daha sonra Trump'ın en sevdiği kanal olan FoxNews'e röportaj vermesi hamleleri, Trump'ın ekibini devre dışı bırakarak doğrudan Trump'a seslenme çabaları olarak değerlendirilmişti. Zarif'in B-Takımı'ndan kastı, Beyaz Saray Güvenlik Danışmanı John Bolton, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman ve Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayid el-Nahyan gibi şahin figürlerdir. ABD-İran kızışmasının askeri boyutu kapsayacak şekilde genişlemesinde bahsi geçen isimlerin büyük payı bulunmaktadır. ABD-İran ilişkileri şu an için anlaşma ve savaş arasında sarkaçlanmaktadır. Kategorik olarak anlaşmadan yana olduğu bilinen Trump'ın, etrafında yer alan Bolton gibi savaş çığırtkanlarına ne kadar direnebileceği merak konusudur.
İran'ın anlaşmadan tamamen çekilmesi sonucunda ise yalnızca ABD yaptırımlarının değil; BM ve AB yaptırımlarının da devreye girmesi riski söz konusudur. Böyle bir durumda İran'ın seçenekleri oldukça azalacaktır. Özellikle ABD'nin son uçak gemisi hamlesinin ve ABD'li yetkililerin söylemlerinin Irak Savaşı öncesi havayla olan benzerliğinin doğurduğu kaygılar, İran'ın askeri önlemlerini arttırması konusunda uyarıcıdır. Bütün bu gelişmeler birlikte okunduğunda Körfez'de suların ısındığını söylemek yanlış olmayacaktır.