ABD yönetimi bu ay içerisinde aldığı iki kararla İran'ı ciddi meydan okumalarla karşı karşıya bıraktı. İlki 8 Nisan'da açıklanan ve 15 Nisan'da yürürlüğe giren Devrim Muhafızlarının ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yabancı terör örgütleri listesine alınması kararıydı. İkincisi de 22 Nisan'da açıklanan ve 2 Mayıs itibarıyla yürürlüğe girecek olan hiçbir ülkeye İran'dan petrol alımı için muafiyet tanınmayacağına ilişkin karardı. Bu iki kararın da birbiriyle yakından ilişkili olduğunu, iki koldan yürüyen sürecin İran'a diz çöktürmeye yönelik ABD genel stratejisinin tezahürü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Trump yönetimi 2018'in Mayıs ayında nükleer anlaşmadan çekilerek yaptırım paketlerini kademeli şekilde devreye sokmuştu. Bu yaptırımlar temelde İran ekonomisinin en can alıcı kalemi olan petrol gelirlerini hedeflemekteydi. Öyle ki yaptırımlar öncesinde 50 milyar dolara ulaşan, İran'ın tüm ihracatının yüzde 70'ine ve GSYH'sinin yaklaşık yüzde 15'ine tekabül eden petrol gelirleri, Tahran hükümetince yapılan yeni yıl bütçesinde (21 Mart 2019-19 Mart 2020) 21 milyar dolar olarak öngörülmüştü. Sınırlı süreliğine sekiz ülkeyi petrol yaptırımlarından muaf tutan ABD daha sonra bu muafiyetlerin de kaldırılacağını ve İran'ın petrol ihracatının sıfırlanacağını söylemişti. Bunun yanında İran ekonomisinin yüzde 20'lik bir kesimini kontrol altında tutan Devrim Muhafızlarını da terör listesine alan ABD, İran ile ticaret yapan tüm tarafları "terör örgütüne yardım" suçlamalarının potansiyel hedefi yaparak İran'ın dış ticaretine bir darbe daha vurdu.
İran yönetimi tüm bu gelişmeler karşısında çözüm yolları aramaya başladı. ABD yönetimine karmaşık sinyaller gönderen İranlı yetkililer bir taraftan yaptırımlara rağmen petrol satmaya devam edeceklerini belirtip tehdit içerikli açıklamalar yaparken bir taraftan da Washington ile müzakere yollarını kapatmamış görünüyor. Devrim Muhafızlarının Deniz Gücü Komutanı Tuğamiral Ali Rıza Tangsiri, İran'ın petrol tankerlerine engel olunması durumunda Hürmüz Boğazı'nı kapatacaklarını söylerken, İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif de "Fars Körfezi bizim yaşam hattımızdır" ve "ABD burasının Meksika Körfezi olmadığını bilmeli" diyerek Körfez'de yaşanabilecek bir askeri gerginliğin sinyallerini verdi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Musevi de ABD'nin son kararını destekleyen iki körfez ülkesi Suudi Arabistan ve Bahreyn'e karşı sert çıkarak İran'ın petrol piyasasındaki konumunu kimseye kaptırmayacağını söyledi ve Körfez konusunda kararlı olduklarını bildirdi.
Bunun yanında Zarif, Trump'ın "plan"ının savaş olmadığını fakat "baskı" ve "kabadayılık" gibi araçlarla İran'la yeni bir anlaşma peşinde olduğunu söyleyerek üstü kapalı şekilde müzakere sinyalleri verdi. Zarif, "B Takımı" adını verdiği John Bolton, Benjamin Netanyahu, Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayid'in ise "plan" değil "komplo" peşinde olduğunu söyleyerek Trump'ı uyardı. Bu grubun Körfez'de "İran'ı eyleme geçme"ye zorlayacak "kazalar tezgahlayabileceklerini" ve böylece iki ülkeyi savaşa sürükleyebileceklerini işaret etti. Ek olarak İran ve ABD arasında mahkum takasını da gündeme getiren Zarif böylece yumuşama yönünde bir adım atmış oldu. Öte yandan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de ABD'nin yaptırımları kaldırması halinde müzakerenin mümkün olduğunu söyleyerek yeni bir anlaşma ihtimalini kategorik olarak reddetmedi.
Son tahlilde İran, müzakereden askeri gerginlik tehdidine kadar elindeki tüm opsiyonları kullanmak marifetiyle ABD'nin hamlesini boşa çıkartmaya çalışmaktadır. Ancak bu kez belki de hiç olmadığı kadar köşeye sıkışmış durumdadır. Askeri seçeneklerin bu denli konuşulması meselenin hassasiyetini ve ehemmiyetini gösteren bir durumdur. Elbette tehdit ve müzakere seçeneklerinin birlikte dillendirilmesi muhtemel bir pazarlık masasında koz gücünü artırmaya yöneliktir. Buna rağmen yeniden bir müzakere masası kurulacak olursa İran'ın bu pazarlıkta oldukça dezavantajlı olacağı ve önceki anlaşmadan daha fazla taviz vereceğini öngörmek zor değildir.