97. yıl dönümünü kutlayan Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT), Türkiye'nin yükselen bölgesel güç profili ve derinleşen uluslararası jeopolitik portföyünün en fazla öne çıkan kurumlarından biri oldu. Özellikle 2010 yılından itibaren Türkiye'nin istihbarat doktrini ve pratiklerinde fark edilebilir bir değişim ve dönüşüm gerçekleşti. Arap Baharı'nın patlak vermesiyle birlikte Türkiye'nin güvenlik ve stratejik ortamında yaşanan kapsamlı dönüşüm ve yeni oluşan tehdit ortamı, Türkiye'nin bütüncül bir stratejik dönüşüm geçirmesini zorunlu kılmıştı. Özellikle Suriye iç savaşının neden olduğu meydan okumalar, Türkiye'nin kritik alanlarda devlet kabiliyetlerini geliştirmesini bir zorunluluk haline getirmişti. Asimetrik tehditlerin çoğalması ve çeşitlenmesi, terörün Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden öncelikli tehditlerin başında gelmesi ve bölgenin adeta istihbarat savaşlarının merkezine dönüşmesi, Türkiye'yi askeri ve istihbarat alanında yeni bir politika benimseye sevk etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dış politika, güvenlik ve savunma sanayi alanlarındaki devrimsel adımları istihbarat alanında da atıldı ve Türkiye stratejik önceliklerini belirleyerek buna uygun istihbarat kabiliyet ve kapasitesini geliştirdi.
Dış politikada Türkiye, takip eden edilgen bir pozisyondan aktif bir diplomasi pratiğini hayata geçirirken, askeri alanda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan sivil-asker ilişkilerinin demokratikleştirilmesi ve etkinliğinin artırılması için devrimsel adımlar attı. Böylelikle Türkiye'nin kendisine yönelen tehditleri minimize eden etkin ve caydırıcılığı yüksek bir askeri stratejinin hayata geçirilmesine öncülük etti. Askeri caydırıcılığın önemli unsurlarında biri olan savunma sanayi alanında ise Türkiye, dışa bağımlılığı azaltmak ve kendisine yeterli bir savunma eko-sistemi oluşturmak için milli projelere öncelik verdi. İstihbarat alanından atılan adımlar da devrimsel nitelikte oldu ve Türkiye'nin artan stratejik kabiliyetlerinin ayrılmaz bir unsuru olarak ortaya çıktı.
İstihbarat Reformu
Türk istihbaratının Hakan Fidan'ın öncülüğünde son yıllarda yaşadığı reform sürecinin birkaç kritik boyutu bulunmaktadır. Bunlardan ilki istihbarat hedeflerinin ve stratejik amaçlarının yeniden belirlenmesi noktasında yaşandı. Tarihsel olarak içerdeki terör ve rejime yönelik güvenlik tehditlerine odaklanan Millî İstihbarat Teşkilatı, öncelikli olarak dış istihbarata yoğunlaşarak bu alandaki kabiliyetlerini genişletti. Türkiye'nin güvenlik ortamında yer alan kritik konu ve bölgelerde MİT'in insan kaynağı artırılarak tehditlerin kaynağında minimize edilmesine öncelik verildi. Bu anlamda insan istihbarat ağında bir genişleme söz konusu oldu. İkinci boyut ise Türk istihbarat eko-sisteminin entegre ve bütüncül bir strateji ile hareket etmesine yönelik yeni bir mimarinin oluşturulmasıydı. Bu kapsamda istihbarat kurumları arasındaki sorumluluk saha ve alanları yeniden belirlenirken istihbarat entegrasyonu de tamamlandı. Böylece bütüncül bir istihbarat resmi çekmek mümkün hale geldi. Yapılan reformlar kapsamında MİT'in yeni hükümet sistemi ile Cumhurbaşkanlığına bağlanması yönetimsel sorunların da minimize edilmesini sağladı.
Öte yandan üçüncü önemli nokta, MİT'in teknolojik kabiliyetinin artırılmasıdır. Teknik istihbarat yetkinliğinin yanı sıra Türkiye'nin terör tehdidi karşısında hem bilgi hem de operasyonel üstünlüğünü elde etmesi, terörle mücadelede etkili sonuçların ortaya çıkmasını sağladı. Özellikle DEAŞ, PKK ve YPG'ye karşı mücadelede MİT'in SİHA kabiliyetinin artması stratejik bir üstünlük sağladı ve Türkiye'de terörün zayıflamasını sağladı. Dördüncü önemli dönüşüm ise MİT'in dış politikanın önünü açan bir işlev görmesi oldu. Bu noktada istihbarat diplomasisi kritik bir oynadı.
Belirsizlik Döneminde Türk İstihbaratı
Uluslararası sistemin kapsamlı bir dönüşümden geçtiği, büyük güç rekabetinin giderek derinleştiği ve küresel bir çatışma riskinin her geçen gün arttığı bir dönemde istihbarat, çok daha önemli bir stratejik kabiliyet haline gelmektedir. Sadece hibrit ve asimetrik tehditlerle mücadele edebilmek ve bilgi üstünlüğünü sağlamak için değil, aynı zamanda geleceği öngörecek stratejik istihbarat kabiliyetine sahip olmak son derece kritik bir yetenek olarak öne çıkmakta. Türkiye'nin ulusal, bölgesel ve küresel ölçekli çıkarlarını koruması ve küresel aktörlük konumunu pekiştirmesi, var olan istihbarat kabiliyetini daha da geliştirmesine bağlı. Bu nedenle uluslararası sistemin nasıl bir dönüşüm geçireceğini anlamak ve buna hazırlıklı hale gelebilmek için MİT'in istihbarat doktrini anlamak gerekmekte.
97. Yıl kutlama etkinliğinde MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın altını çizdiği hususlar bu bakımdan oldukça önemli. Kalın'ın dikkat çektiği en önemli husus belirsizliğin günümüzün en önemli risklerinden biri olması. Zira çatışmaların giderek çoğaldığı ve çeşitlendiği, teknolojinin bütün süreçleri belirlemeye başladığı bir dönemde yaşamaktayız. Özellikle uluslararası sistemin nasıl bir dönüşüm geçireceği bu noktada oldukça önemli fakat belirsiz. Kalın, ABD'nin öncülüğündeki tek kutuplu düzene karşı yeni güç merkezlerini ve ittifak yapılarını tesis edecek ve sürdürülebilir kılacak yapıların henüz oluşmadığını vurgulamakta ve bu durumun dünyada çoklu ve parçalı bir sistemin ortaya çıkmasına neden olduğunu ifade etmekte. Kalın'a göre bu iki yapı arasındaki mesafenin kapanması önümüzdeki on yıllarda yeni güç mücadelelerinin doğmasını kaçınılmaz kılacak. Bu güç mücadelelerinden nasıl bir düzen oluşacağı ve düzenin istikrarlı olup olmayacağı önemli bir soru olarak varlığını korusa da Kalın'a göre "Batı-merkezci tasavvurların alternatifi başka bir etno-merkezcilik değildir ve olmamalıdır".
Batı ile Batı-dışı dünya arasında yaşanan jeopolitik gerilimin arkasında aslında henüz üzerinden uzlaşacakları bir düzen tasavvurunun ortaya çıkmaması yer almaktadır. Uluslararası sistemde yaşanan bu belirsizlik, hibrit ve asimetrik tehditlerinin çeşitlenmesini ve küresel bir meşruiyet krizinin ortaya çıkmasına neden olmakta. Ukrayna ve Gazze'de yaşananların küresel yönetişimin krizini derinleştirdiği düşünüldüğünde uluslararası sistemin en temel sorunu, yeni, adil ve kurallara dayalı bir uluslararası sistemin inşa edilememesidir.
Türk istihbaratının uluslararası meşruiyet krizini bu denli öne çıkarması birçok açıdan önemli ve dikkate alınmalı. Zira kurala dayalı olmayan bir uluslararası sistemin pekişmesi, dünyanın karşı karşıya kaldığı geleneksel olmayan güvenlik sorunlarının da derinleşmesine ve anarşik bir dünyanın ortaya çıkmasına vesile olabilir. Böylesi bir ortam istihbarat servislerinin karşılaştıkları meydan okumaları da artırmaktadır.
Özellikle İsrail'in Gazze'de yürüttüğü savaş kampanyasına dikkate çeken Kalın, kuralsız düzen konusunda çok önemli bir referans vermekte: "İmam Gazali'nin bin yıl önce formüle ettiği ilke bugün de geçerlidir: Haddini aşan, zıddına döner. Doğal sınırlarını aşarak başkalarının hakkına tecavüz eden her güç, aktör ve politika, kendi sonunu hazırlamaya başlamış demektir". Bu yaklaşımın Batılı devletler ve İsrail tarafından anlaşılması zor olsa da aşırıcılığın hâkim olacağı bir gelecekten kaçınmanın tek yolunun kurallara dayalı yeni bir uluslararası sistem inşa etmek olduğu açık. Türkiye'nin BM reformu konusunda ortaya koyduğu yaklaşımının istihbarat topluluğu tarafından da paylaşılması bu bakımdan oldukça önemli.
Türk İstihbarat Doktrini
Küresel risk ve tehditler, mevcut uluslararası sistemin kırılgan, belirsiz ve güvensiz doğasını pekiştirmekte. Çok boyutlu tehditler ve küresel kırılganlıklar çağında Türkiye'nin egemenliğini ve bağımsızlığını korumak için iki unsurun Türk istihbaratının doktriner anlayışının merkezinde yer aldığı görülmekte: kendine yeterlilik ve caydırıcılık. Kalın'a göre kendine yeterlilik ilkesi, stratejik önemi haiz alanlarda bir millî güvenlik ve beka meselesidir. Bu anlamda istihbaratın Türkiye'nin stratejik kabiliyetlerinden ayrı düşünülmesi pek mümkün değildir. Kalın'ın bütüncül güvenlik anlayışı bu noktada oldukça önemli, zira dünya artık sadece askeri güvenliğin tek başına yeterli olduğu bir şekilde okunamaz. Savunma, taarruz, teknik istihbarat ve endüstriyel teknolojilerin yanı sıra siber güvenlik, iklim değişimine dayalı tehditler, biyolojik güvenlik, enerji güvenliği, gıda güvenliği ve ekonomik güvenlik gibi temel alanlarda da MİT'in istihbarat kabiliyetlerini geliştirmesi ve stratejik istihbarat kapasitesini en üst seviye çıkarması gerekmektedir.
Kalın'ın altını çizdiği bir diğer önemli husus ise Türkiye'nin istihbarat alanında da caydırıcı kabiliyetini geliştirmesidir. Bu noktada tehditlerin ortaya çıkmadan önce anlaşılması ve engellemesine dönük hedefler, MİT'in Türkiye'nin stratejik kabiliyetleri açısından en önemli kurumlarından biri olduğunun yeniden altını çizmektedir. Kalın'a göre "gerçek güç, kullanmak zorunda olmadığınız güçtür ve bunun en somutlaşmış hali caydırıcılık kabiliyetidir". Bu yaklaşım istihbaratın da merkezi görevini açık şekilde göstermekte.
Artan gerginlikler ve devlet arasındaki uzlaşmazlıklar istihbarat örgütlerinin diplomaside daha fazla öne çıkmasına neden olmakta. Suriye, Irak, Libya, Karabağ gibi örnekler Türkiye açısından istihbarat diplomasinin önemini gösterdi. Bu anlamda istihbarat diplomasisi Türk istihbarat doktrinin önemli bir sütunu olarak öne çıkmaktadır. Hakan Fidan'ın MİT başkanlığı döneminde sıklıkla gördüğümüz istihbarat diplomasisi, Kalın döneminde de artarak devam edecek gibi görünmekte. Zira Kalın'a göre "Asimetrik ve hibrit tehditler, çok katmanlı ilişki ağları ve yeni ittifak yapıları, istihbarat diplomasisini daha kritik ve önemli hale getirmektedir. Bu kırılgan belirsizlik ortamında istihbarat kurumları büyük fotoğrafı doğru okurken süreç analizlerini de derinleştirerek hareket etmek zorundadır".
Küresel risk ve belirsizliklerin giderek arttığı bir dönemde hem mevcut tehditleri bertaraf etmek hem de geleceğe hazırlanmak için istihbaratın işlev ve icra ettiği fonksiyonlar da çok katmanlı olmak zorundadır. Gazze'de devam eden savaş sonrası Ortadoğu'nun geleceği, ABD-Çin rekabetinin ortaya çıkardığı çatışma riski, teknolojik devrimler Türkiye'nin istihbarat kabiliyetinin askeri caydırıcılık ve etkin diplomasi kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Bu bağlamda Milli İstihbarat Akademisi'nin kurulması oldukça önemli. Akademi başkanı olarak Talha Köse'in görev yapacak olması da akademiye verilen önemi gösterir nitelikte.