Birkaç haftadır süren tartışma ve yapılan açıklamalar, Türkiye'nin Suriye politikasını değiştirme hazırlığında olduğuna dair kuvvetli bir izlenim uyandırıyor.
Önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Ekim 2021'de Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile görüştüğünü kamuoyuna duyurdu. Çavuşoğlu, Mikdad ile yaptığı görüşmede "Suriye'nin terör örgütlerinden temizlenmesi gerektiğini, muhaliflerle rejim arasında bir barışın olması gerektiğini" vurgulamıştı. Çavuşoğlu'nun açıklamasını takiben Azez başta olmak üzere Türkiye'nin kontrol ettiği güvenli bölgelerde Türkiye karşıtı gösteriler yapıldı ve Türk bayrakları yakıldı. Türkiye'nin tepkisi ise sert oldu. Sonrasında ise muhalifler durumu düzeltmek için yoğun bir çaba gösterdiler. Çavuşoğlu'nun açıklamalarına MHP lideri Devlet Bahçeli'den ciddi bir destek geldi. "Dışişleri Bakanımızın Suriyeli muhaliflerle Esad rejimi arasında barışın tesis edilmesi hususundaki yapıcı ve gerçekçi sözleri kalıcı çözüm arayışlarına güçlü bir nefestir" diyen Bahçeli, "Türkiye'nin Suriye konusunda attığı adımlar değerli ve isabetlidir" şeklinde bir değerlendirmede bulundu. Anlaşılan o ki Bahçeli'ye göre Türkiye Suriye konusunda bazı adımlar atıyor. Bu adımlar değerli ve isabetli bulunuyor.
Bahçeli'nin açıklamasından daha çarpıcı olan bir başka değerlendirme de AK Parti'nin kurmaylarndan Hayati Yazıcı tarafından yapıldı. Yazıcı'ya göre "Şam ile ilişkiler direkt hale gelebilir, seviyesi de yükselebilir". Krizin başından beri AK Parti içinden bu denli bir açıklama daha önce yapılmamıştı.
Nihayetinde Suriye yönetimi ile görüşmelerinin niteliğinin değiştirilmesi noktasında kamuoyunda önemli bir beklenti oluştu. Tam da bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ukrayna dönüşü yapmış olduğu açıklama ile tartışmalar yeni bir boyut kazanmış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Suriye ile daha ileri seviyede adımları temin etmek istiyoruz" şeklinde konuştu. Bu açıklama Soçi'deki Erdoğan-Putin görüşmesinden sonra daha anlamlı hale gelmiş oldu ki Soçi görüşmesinin ana gündemini de Suriye oluşturmuş, Putin'in Erdoğan'a Suriye yönetimi ile görüşmeyi terörle mücadelede bir çözüm olarak işaret ettiği söylenmişti.
Rusya'nın pozisyonu açısından bu bir değişikliğe işaret etmiyor olsa da son günlerde yapılan açıklamalar, Türkiye'nin Suriye politikasında "Esad yönetimi ile görüşme" noktasında bir değişime hazırlandığına işaret ediyor. Burada akla gelen birçok soru olduğunun farkındayım. Bu soruları isterseniz tek tek açalım ve Türkiye'nin Esad yönetimi ile görüşmesinin boyutlarını, içeriğini ve en önemlisi de sorunların çözülmesinde ne kadar işe yarayıp yaramayacağını cevaplayalım.
Cumhurbaşkanı'nın Ukrayna dönüşü yaptığı açıklamalardan anlaşılan Türkiye'nin bu süreci Rusya ile yakından "koordine" ettiği yönünde. İsterseniz açıklamaya bakalım; "Şu anda Suriye'de attığımız her adımda bir defa biz güvenlik güçlerimiz, istihbaratımız, Milli Savunma Bakanlığımız olarak Rusya'yla irtibat halindeyiz. Arkadaşlarımız sürekli onlarla görüşme halindeler. Ben de Sayın Putin'le görüşmeler yapmak suretiyle bu süreci "sağlama bağlayalım" diyoruz." Açıklamadan da anlaşılacağı üzere, rejim ile Türkiye'nin görüşmesinin genel çerçevesi, Ankara-Moskova arasında belirli bir yol haritasına bağlanarak ilerleyebilir. Elbette İran'ın da bu konuda oyuna dahil edilmesi önemli ancak Tahran yönetimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da ifade ettiği gibi isteksiz davranıyor. İlk etapta Türkiye ile rejim arasında doğrudan diplomatik temasların başlaması pek olası gözükmüyor. Bu noktada Moskova devreye girebilir ve Astana formatına paralel bir şekilde bir yapı oluşturulabilir. Dolayısıyla ilk etapta kapsamlı bir şekilde ilişkileri "yeniden tesis etme" yerine ayrı ayrı dosyalar üzerinden kademeli, sorunları çözdükçe de ilerleyen bir sürecin varlığından bahsetmek daha doğru bir değerlendirme olabilir. Bu nedenle bu süreci Türkiye'nin Suriye yönetimi ile "normalleşmesi" olarak adlandırmak doğru değil.
Bu şekliyle bakıldında ise masada dört önemli konunun olduğunu görebiliriz.
Birinci konu elbette BM Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı kararı kapsamında barışçıl çözüm sürecinin devam ettirilmesi. Türkiye'nin mevcut pozisyonu zaten söz konusu kararın öngördüğü yol haritasına tam anlamıyla sadık durumda. Diğer bir ifadeyle, anayasanın yazılması, seçimlerin yapılması ve geçici hükümetin kurulması 2254'ün temel sütunlarını oluşturuyor. Dolayısıyla Suriye yönetimi ile ilişkileri tesis etmek hedefi bu çözüm sürecini dışarıda bırakamaz.
İkinci konusu ise terörle mücadele. Son yıllarda Adana Anlaşmasına sıklıkla atıf verildiği dikkate alındığında Şam ile Ankara arasında terörle mücadele konusunda bir temel metnin varlığından bahsetmek mümkün. Rusya'nın da Türkiye'yi rejime yönlendirmesinin arkasında yatan mantık bu temel metin üzerinden inşa edilmiş durumda. Ancak Suriye rejimi ile PKK ile mücadele konusunda yeni bir ortaklığın nasıl inşa edileceği henüz tam olarak belli değil. Bu nedenle politika değişikliğinin olabilmesi için Türkiye ya da rejimden birinin PKK konusundaki politikalarında kapsamlı bir değişikliğe gitmesi gerekecek. Bu noktada birkaç alternatiften bahsedebiliriz. Bu ihtimallerin hepsi de kısa vadeli çözüm üretebilecek konular.
İlki rejimin Türkiye'nin sınırında konuşlu PKK varlığını bulunduğu bölgelerden tasfiye etmesi. Bununla birlikte Menbiç ve Tel Rıfat gibi bölgelerden de rejimin PKK'yı uzaklaştırması gerekecek. Bunun gönüllü bir şekilde PKK tarafından kabul edilmesi pek olası görünmüyor. O halde rejimin PKK'ya yönelik zorlayıcı unsurlarla buraları boşaltmasını ya da silahsızlanmasını istemesi gerekiyor. Bugünden bakıldığında ne rejimin böyle bir imkan ve kabiliyeti söz konusu ne de PKK'nın böyle bir niyeti. Bir başka ihtimal de rejimin de desteğiyle ortak tehdit PKK'ya karşı Türkiye'nin Suriye Milli Ordusuyla askeri bir temizlik yapması. Böylece hem Türkiye'nin güvenlik kaygıları giderilmiş olacak hem de rejimin PKK'ya karşı eli güçlenmiş olacak. İşte tam da bu noktada rejimin PKK'yı Türkiye'ye karşı kullanma noktasındaki sinsi planları devreye giriyor. Yani Türkiye'nin Suriye yönetimi ile PKK meselesini ortadan kaldırmak için yakınlaşması kısa vadede çözüm üretemeyebilir. Zira PKK'yı aynı zamanda Türkiye'ye karşı kullanmaktan çekinmeyen bir Suriye yönetimi söz konusu.
Üçüncü konusu ise geçici koruma statüsünde yer alan sığınmacıların Türkiye'den Suriye'ye dönüşü. Bu en çetrefilli konularından başında geliyor ki siyasi çözüm olmadan sığınmacıların özellikle rejimin kontrol ettiği topraklara dönmesini beklemek son on yılda sığınmacı meselesinden hiç ders almamak anlamına gelir. Son yıllarda rejim bölgesine dönenlerin karşılaştıkları muamele hiç de iç açıcı değil. Lübnan ve Ürdün'le rejim arasında diyalog konusunda her hangi bir engel olmamasına rağmen her iki ülkeden de geriye dönüş son derece sınırlı kalmış durumda. Türkiye'de bulunan sığınmacıların ise rejim bölgesine döneceğini sadece Esad yönetimi ike görüşerek mümkün kılmak ise epey zor görünüyor. Daha da önemlisi, bu anlaşmayı bir yol haritasına bağlamadan ilerletmek sığınmacılar konusunda daha büyük sıkıntıların çıkmasına neden olabilir. Rejimin dışarıya gidenlere "hain" gözüyle baktığı, alt yapının tamamıyla tahrip olduğu ve rejimin ekonomik gücünün sınırlı olduğu bir ortamda sığınmacıları geri göndermek gerçekten zor bir görev.
Dördüncü ve belki de en önemli konu ise muhaliflerin durumu. Bu noktada Esad yönetiminin muhaliflerle barışma noktasında ortaya koyduğu şartların kabul edilebilmesi muhalifler açısından teslim olmaktan başka bir anlam taşımıyor. Silah bırakmak başta olmak üzere tüm askeri ve siyasi yapıyı tasfiye ederek Esad yönetimi ile masaya oturmak mümkün görünmüyor. Zaten Türkiye'nin de böyle bir durumu kabul etmesi pek mümkün değil. Dolayısyla Cenevre'de üç yıldır anlaşamayan ve sürekli rejimin süreci uzatmasına dayalı bir strateji izlediği bir örnek varken, muhalifler ile rejim arasında yeni bir bağlantı noktası oluşturmak da zor olacak. Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "daha ileri seviye" noktasında yaptığı açıklama sırasında YPG ve rejim güçlerinin el Bab'ı füzeyle hedef alması rejimin muhalif bölgelere nasıl baktığının göstergesi niteliğinde. Öte yandan rejimin bu konuda son derece maksimalist baktığı da ortada. Türkiye, kuzey bölgelerinden çekilmeden böyle bir süreci başlatmak istemeyen rejim Türkiye'den en fazlasını alarak masaya oturmak isteyecektir.
Muhalefet meselesine bir de İdlib pencerisinden baktığınızda ise işlerin daha da karmaşık olduğu hemen anlaşılabilir.
Elbette bütün bu başlıklarda hızlı bir çözüm üretmek mümkün değil. Üstelik bu başlıklar sadece Suriye yönetimi ile "daha ileri seviye" adımlar atarak çözülebilecek sorunlar olmaktan ziyade birçok aktörü ilgilendiren son derecek karmaşık konular.
O nedenle son dönemde yapılan açıklamalar, Türkiye'nin Suriye politikasında bir strateji değişikliğine gitmek yerine sorunların çözümünde yeni bir inisiyatif almak istediğini gösteriyor. Yani Türkiye'nin hedefleri hala aynı; terörle mücadele, kapsamlı siyasi çözüm, mültecilerin geri dönmesi. Bu arada Esad'ın devrilmesi konusu da uzun zamandır zaten Türkiye'nin hedefi olmaktan çıkmıştı. Dolayısıyla stratejide bir değişim yok, sadece çözüme yönelik taktiklerin değişmesi söz konusu olabilir. Doğru olan da şimdilik bu gibi görünüyor. Sorunları çözmek zor ama Suriye yönetimi ile kademeli bağlantılar oluşturmak ileriye dönük Türkiye'nin elini rahatlabilir.
Kanaatimce Esad yönetimi bu sorunların çözümünde sınırlı bir kapasiyete sahip. Bu nedenle yeni bir ilişki sorunların ortadan kalkmasını hızlı bir şekilde sağlamayacak. Anlaşılan o ki böyle bir süreç başlarsa Rusya'nın Esad yönetimi üzerinde büyük bir etkisi olacak ve baskıyla ilerleyecek. Bakalım bu sürece Tahran nasıl cevap verecek?