Türkiye ve Yunanistan arasında bir süreliğine yumuşayan hava yeniden sertleşti. Yunanistan kamuoyuna ve siyaset eko-sistemine bakarsanız, Türkiye Yunanistan'a askeri bir müdahalede bulunacak ölçüde bir savaş hazırlığı içinde. Türk komuoyuna baktığınızda ise havanın giderek sertleştiği görülüyor. Yunanistan'daki erken seçim havası da Türkiye karşıtı söylemin daha görünür hale gelmesini sağlamış durumda. Bütün aktörler iç siyasette mobilizasyon için Türkiye kartını daha sık kullanmaya başlayınca kaçınılmaz olarak gerginlik döngüsü yeniden işlemeye başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Başbakan Miçotakis'in Washington ziyareti sırasında Türkiye'yi işaret ederek sarf etmiş olduğu sözler sonrasında liderler arasındaki ilişkiyi "askıya" aldığını açıklaması yumuşama sürecine dair beklentileri suya düşürmüş durumda. Yunanistan'ın özellikle adaların askersizleştirilmesi/silahlandırılmaması konusunda ortaya koyduğu tavır ve Türk hava sahasını ihlal eden mütecaviz tavırları sonrasında Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun "adaların egemenliğinin tartışılmaya açılabileceğini" ifade etmesi ise bir süreliğine de olsa sertleşme dönemine gireceğimizi gösteriyor. Herkesin merak ettiği soru ise bu setleşmenin bu defa bir çatışma ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağı.
Türkiye açısından Yunanistan'a yönelik sebepsiz bir mütecaviz davranışın gerçekleşmesi pek olası gözükmüyor. Ancak bu yaklaşımın, Yunanistan'ın Türkiye'yi kışkırtacak davranışlardan vazgeçmemesi halinde devam edeceğini söylemek de pek mümkün değil. Bu noktada, çözümü son derece zor görünen sorunlar yumağının Yunanistan tarafından nasıl ele alınacağı ya da Yunanistan'ın Türkiye'ye karşı "vekil" olarak nasıl kullanılacağına bakmakta fayda var.
Akla gelen ilk sorunlardan birini adaların silahlandırılmaması meselesi oluşturuyor. Yunanistan'ın bu konuda takındığı tavrın Türkiye'nin tezlerinden çok farklı olduğu aşikar. Öyle ki Atina yönetimi 1947 Paris Anlaşması'nda Türkiye'nin bir taraf olmamasını ve sonrasında Sovyetler Birliği'nin dağılmasını gerekçe göstererek burada işaret edilen adaların silahlandırılmaması politikasından "vazgeçebilme özgürlüğü" olduğunu düşünüyor. Bunu açıkça dile getirmekten de çekinmiyor. Öte yandan mevcut tutumunun bir "silahlandırma ve askeri tahkimat" anlamına gelmediğini ifade ederek, silahlandırma adımlarını önemsizleştirmesi de Yunanistan'ın başvurduğu yöntemlerden biri olarak öne çıkıyor. Bu iki tezin de uluslararası hukuk bağlamında makul kabul edilmesi pek mümkün değil.
Bir başka konu da Yunanistan'ın karasularını 6 milden 12 mile çıkarma noktasında güçlü bir motivasyona sahip olması. Bu noktada da Türkiye ve Yunanistan arasında hukuki tezler açısından kapanması zor bir makas var. Karasularına dair tezin otomatik olarak hava sahasına yönelik Yunanistan tezlerini beslemesi de Türkiye ve Yunanistan arasında bir başka potansiyel çatışma eksenini oluşturuyor.
İki ülke arasında bir çatışma çıkması ihtimalini besleyen yukarıdaki dinamiklere yönelik Yunanistan'ın nasıl bir tavır içine gireceği oldukça önemli. Yunanistan'ın, adaların silahlandırılması noktasında mevcut pozisyonunu devam ettirmesi halinde Türkiye'nin buna cevapsız kalması düşünülemez. Dolayısıyla bu noktada geri adım atması gereken tarafın Yunanistan olduğu açık. Aksi bir durum çatışma riskini veya Türkiye'nin bir cevap üretme ihtimalini daha da güçlendirecektir. Karasuları noktasında Yunanistan'ın karasularını 12 mile çıkarma girişimi ise Türkiye açısından "her türlü askeri önlemin alınması" önlemini devreye sokacağı için çatışma riskinin artması söz konusu. Geriye kalan hava sahalarının ihlali konusu ise iki ülkeyi daha sık karşı karşıya getirecektir.
Senaryolar
Yukarıdaki ana çatışma dinamikleri dikkate alındığında önümüzdeki aylarda birkaç ihtimalin varlığından bahsetmek mümkün. Birinci ihtimal yükselen tansiyonun yeniden düşürülerek müzakere masasına yeniden dönülmesi. Yunanistan'dan yumuşama sinyalleri gelse de ülkenin yakın bir zamanda seçimlere gidecek olması bu ihtimalin zayıf olduğunu gösteriyor. Bir tarafta ekonomik kriz diğer tarafta Türkiye kaygısına dayalı siyasi ve bürokratik eko-sistem Türkiye karşıtlığı tarafından besleniyor ve siyasi yelpazedeki bütün partilerin Türkiye'ye yönelik gergin bir söyleme yönelmesine neden oluyor. Öte yandan gerginliğin sürdürülmesi Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik dış politika stratejisini daha kolay hayata geçirmesini sağlıyor. Zira Türkiye'nin Yunanistan karşısında aldığı her karşı pozisyon Yunanistan'ın Avrupa Birliği içinde ve ABD nezdinde kullandığı bir argümana dönüşüyor. Ukrayna krizi ile birlikte Türkiye'nin oynadığı rol sayesinde oluşan olumlu havanın dağıtılması da bu stratejinin bir parçası. Diğer bir ifade ile Türkiye, Yunanistan dış politikasının aktif ötekisi konumunda.
Bu ihtimali zayıf kılan bir başka sebep ise Türkiye'nin Yunanistan'a güveninin zedelenmiş olması. Masada başka sahada başka davranan Yunanistan özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere dış politika ve güvenlik bürokrasinin tepkisini çekmiş durumda. Dolayısıyla yumuşama sinyali verseler bile istikşafi ya da istişari görüşmelerde güvenin yeniden tesis edilmesi zor görünüyor.
İkinci ihtimal ise gerginliğin bir süre tırmanarak yükselmesi. Bu ihtimali destekleyen birçok itici nedenin varlığından bahsetmek mümkün. Erken seçim burada da en önemli itici sebeplerden biri olarak öne çıkıyor. Miçotakis "Türkiye diyalog kanallarını asla kapatmamalı" dese de içeride verdiği mesajların seçim sürecine girilmesiyle sertleşmesi olasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İstanbul'da bir araya gelmesine bile itiraz eden bir muhalefet karşısında bu tavrını sürdürmesi epey zor olacak. Bir başka itici neden ise Yunanistan'ın Türkiye'yi askeri güç konsolidasyonu için bir gerekçe olarak kullanacak olması.
Türkiye ile aradaki askeri güç makasını kapatmak için yoğun bir çaba harcayan Yunanistan'ın askeri harcamalardaki rakamları bunu doğrular nitelikte. Askeri harcamalarının 2021 yılında 500 milyon Avro'dan 2,5 milyar Avro'ya, 2022 yılının Haziran ayı itibarıyla da 3,4 milyar Avroya'a yükselmiş olması Atina'nın askeri güç açığını kapatmayı öncelik haline getirdiğini gösteriyor. Bu rakamların gelecek projelerle birlikte 2028 yılı itibarıyla 11,5 milyar Avro'ya yükseleceği düşünülürse yıllık ortamala 1,6 milyar Avro'luk bir yükselişle son yıllardaki ortalama 500 milyon Avro'luk harcamanın üç katına çıkması söz konusu olacak. Söz konusu harcama ve askeri güç artırımı, Yunanistan'ın Türkiye karşısında daha mütecaviz bir askeri postür göstermesine neden olabilieceği gibi, güvenlik bürokrasisinin daha öne çıkarak hükümeti Türkiye ile tırmandırma siyasetini tercih etmeye zorlaması sonucunu da doğuracaktır. Bu nedenledir ki gerginliğin tırmandırılması bir tercih olarak öne çıkıyor. Özellikle Yunanistan'ın F-35 projesiyle ilgilendiğini açıklaması ve 2028 yılında ABD'den F-35 alımı için lobi yapması, Yunan Hava Kuvvetleri'nin mütecaviz davranışlarının pekişmesine neden olabilir. Bu durum gerginliğe sebep olabilecek itici sebeplerin çoğalmasına neden olacaktır.
Üçüncü ihtimal ise, iki ülke arasında bir çatışmanın çıkma olasılığıdır. Yukarıda sayılan sorunların her biri çatışma dinamiği olarak görülebilir. Silahlandırma, 12 mil kışkırtması ve hava sahalarının ihlali sırasında yaşanacak beklenmedik bir çatışma iki ülkenin çatışmasını mümkün kılabilir. Ancak bu riskin her iki taraf için de arzu edilir bir senaryo olmadığı açık. Daha da önemlisi bu çatışmanın NATO içinde arzu edilmeyen bir gerginlik olduğu da açık bir şekilde görünüyor. Yunanistan'ın mütecaviz davranışları ve maksimalist taleplere dayanan argümanlarını pratiğe dökmediği sürece böylesi bir savaş ya da çatışmanın çıkma olasılığı ise oldukça zayıf. Ancak Türkiye'yi dengeleme ya da sınırlandırma çabası içine girecek üçüncü tarafların böyle bir arzusunun olup olmadığı konusunda şüpheler bulunuyor. Bu noktada ABD'nin Yunanistan üzerinden yürüttüğü yeni bölge siyasetinin dikkate alınması gerekir. Yunanistan'da bulunan ABD üslerinin böyle bir hedefi var mıdır yok mudur bilinmez ancak bu durumun Türkiye'yi rahatsız ettiği yapılan açıklamalardan görünüyor.
Bir savaşın çıkma olasılığı şimdilik zayıf görünse de, bu gerginlik döngüsünün kırılmaması ve Yunanistan'ın Türkiye'yi normalleştirememesi halinde her türlü senaryoya açık bir Yunan-Türk geriliminin devam etmesi daha olasıdır. Türkiye'nin bu gerginliği yönetirken 1990'ların psikolojik atmosferine kapılmaması ise hayati derecede önemli. Bölgesel aktörlük ve güç statüsü anlamında 1990'ların çok ilerisinde olan bir Türkiye'nin, Yunanistan ayrıntısının-arızasının ötesinde bir dış politika ufkuyla meselelere yaklaşması uluslararası sistemin kapsamlı bir dönüşümle karşı karşıya olduğu bir dönemde bir zorunluluktur.