Herkes İstanbul seçimlerinin sonuçlarına odaklanmış olsa da Türkiye'nin dış politikada ağır bir gündemi var. Haliyle İstanbul seçimleri AK Parti için de CHP içinde oldukça önemli. Hele hele ortada çok ciddi iddiaların giderek somutlaştığı dikkate alınırsa gündemin İstanbul olması şaşırtıcı değil. Ancak Türkiye'nin dış politika ajandasında yer alan konular İstanbul seçimlerini geride bırakacak cinsten önümüzdeki aylarda hareketlenecek. Şimdiden hazırlıklı olmak lazım. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önünde iki meşakkatli süreç var: Biri AK Parti'nin dönüşümü, diğeri ise dış politikada yaşanması muhtemel kriz dalgasını yönetmek ve Türkiye'yi zararsız bir şekilde güvenli bir limana demirlemek. İlki konjonktürel; Erdoğan'ın geçmiş dönem kriz yönetme ve her krizden yenilenerek çıkma tecrübesi de düşünüldüğünde kısmen daha kolay. Ancak dış politikada halihazırda yaşadığımız tecrübeler ve önümüzdeki sınamalar sonuç doğuracak cinsten.
AK Parti'nin dönüşümü meselesini bir kenara bırakırsak dış politikada geçtiğimiz haftanın kritik konusu S-400 hava savunma sistemlerinin alımına dair Ankara'nın kesinlikle geri adım atmayacağının anlaşılmasıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Moskova ziyareti sırasında iki taraftan yapılan açıklamalar bunu kanıtlar nitelikte. Daha da önemlisi ise Rus sözcü Petkov'un yaptığı açıklamaydı. Petkov S-400'lerin bazı alt parçalarının Türkiye'de üretilebileceğini söyledi. Öte yandan Cumhurbaşkanı da Rusya ile askeri ve savunma alanındaki iş birliğinin devam edeceğini, Türkiye'nin S-400'leri tamamlayıcı alt savunma sistemleriyle ilgilendiğini belirtti. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da askeri-teknik işbirliğinin genişletileceğine yönelik sinyaller verdi. Dolayısıyla Türkiye sadece Rusya ile mevcut S-400 anlaşmasının ötesinde yeni bataryalar satın alabileceği, bunun yanı sıra diğer alanlarda da Rusya ile iş birliğine girilebileceği sinyali verdi.
Öte yandan ABD ise geçtiğimiz hafta boyunca çeşitli araçlarla Türkiye'ye yönelik baskısını artırmaya devam etti: Önce F-35 savaş uçaklarının Türkiye'ye verilmemesi ve Türkiye'nin programdan çıkarılmasını öneren yasa tasarısı, ardından tutuklu Amerikan vatandaşları ve konsolosluk görevlileri için yaptırım tasarısı, mutat olduğu üzere 1915 olayları ile ilgili tasarı ve en son ise Doğu Akdeniz'de Yunanistan, GKRY ve İsrail ile çalışılması gerektiğini öneren Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı (2019) tasarısı. Bu başlıklara Türkiye'nin Rusya ile yürüttüğü Suriye müzakereleri, Washington ile sürdürdüğü güvenli bölge süreci eklendiğinde Türkiye-ABD-Rusya üçgeninde büyük bir kavganın sürdüğü aşikar.
Bu kavgayı anlamak için üç temel sorunun cevabını vermek zorundayız: Söz konusu kavganın merkezinde Türkiye mi var? Eğer öyleyse Türkiye bu kavganın hedefi mi yoksa kavgadan etkilenen aktör mü? Kavganın sonunda Türkiye kendisini nerede bulacak? Yani Türkiye'nin Akdeniz ve Suriye'de askeri ve teknik konulardaki yerini belirleyen ilişki modeli nasıl şekillenecek?
Kavganın merkezinde doğrudan Türkiye yer almıyor. Şöyle ki ABD'nin S-400 karşıtlığının nedeni olarak F-35'leri tehlikeye soktuğu gerekçesi bir dereceye kadar doğru olmakla birlikte Washington'ın asıl derdi Moskova'nın S-400 pazarını daraltmak. Dolayısıyla ABD doğrudan Rusya'yı tehdit olarak görüyor. S-400 ile birlikte ilk defa NATO üyesi bir ülkenin savunma pazarına girecek olan Rusya'nın daha fazla ileri gitmesini engellemek istiyor. Mesele aynı zamanda Türkiye ile de ilgili çünkü Ankara'yı baskılar aracılığıyla ittifak sistemi içinde tutmak ya da Moskova'dan uzaklaştırmak istiyor. Böylece hem Suriye'de hem de Doğu Akdeniz'de Rusya'ya karşı yeni bir stratejiyi daha sorunsuz oluşturabilir.
Bu yeni stratejinin Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji tasarısı ile hayata geçireceğini düşünen ABD ise hareket geçmiş görünüyor. Tasarı İsrail, Yunanistan, GKRY ve ABD arasında enerji ve savunma alanlarında iş birliğini öngörüyor. En önemli kısmı ise ABD'nin GKRY'ye uyguladığı silah ambargosunu kaldıracak olması ve Yunanistan ile yeni savunma anlaşmalarını öngörmesi. Daha da önemlisi de ABD'nin Doğu Akdeniz'deki doğal gaz rezervleri üzerinden son dönemde Türkiye ve bölge ülkeleri arasında yaşanan rekabete (özellikle müstakil Münhasır Ekonomik Bölgeler oluşturma) dahil olacağını söylemesi. Burada da hedefin Türkiye ve tabii ki Rusya olduğu anlaşılıyor. Tasarı ayrıca Yunanistan'a FMS bağlamında 3 milyon dolar askeri yardımı öngörüyor ve Türkiye'ye F-35 transferini S-400'leri alması halinde engellemeyi içeriyor. Ve en sonunda Doğu Akdeniz'de Rusya ile yoğun bir mücadeleyi öngörüyor.
Bütün bunlar dikkate alındığında ABD, Türkiye'nin S-400 başta olmak üzere Rusya ile yakınlaşmasına karşılık olarak; GKYR'yi silahlandırıyor, Yunanistan'ın askeri kapasitesine yatırım yapmak suretiyle Atina ile Ankara'yı sert dengeleyecek bir stratejiyi devreye sokuyor ve Suriye üzerinden Doğu Akdeniz'e yerleşmeye çalışan Rusya'ya böylece selam çakmış oluyor. Yunanistan Savunma Bakanı ise tasarıyı Türkiye'ye karşı atılmış en doğru adım olarak niteliyor. Türkiye'nin S-400 hamlesi bu yüzden birçok askeri kanat için tercih edilir bir sistem olarak ortaya çıkıyor.
Peki Türkiye S-400 alımından vazgeçse ABD'nin bu stratejisinde bir değişim yaşanır mı ya da Türkiye istediklerini daha rahat alabilir mi? Bu soruya evet cevabın vermek ise oldukça zor. Bunun birçok nedeni var ve sadece Türk-Amerikan ilişkilerine bakarak anlaşılmayabilir. Ancak yine de basit bir nedeni var. Türk-Amerikan ilişkileri tarihin en derin krizini yaşamıyor. Tam tersine Türk-Amerikan ittifakında yapısal bir değişim yaşanıyor. Bu ikili ilişkilerin karşılıklı olarak yaşadığı ve sadece bu ilişkiye has bir durum da değil. Amerikan tek kutupluluğu ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya. Asıl sorun tek kutupluluğun ne ABD'nin işine yaradığı ne de sistemik bir istikrar sağladığı. Yani tek kutupluluk ne ABD'ye ne de uluslararası sisteme fayda sağlıyor.
Türk-Rus yakınlaşma böylesi bir dönemeçte neden önemlidir sorusunun cevabı da böylece daha net anlaşılabilir. Bu nedenle Ankara-Moskova arasında yakınlaşma daha da artacak gibi görünüyor. ABD sertleştikçe Türkiye'yi kazanmıyor tam tersine daha fazla kaybediyor.
Buradan Türkiye'nin bu krizi yönetmesinin tek yolunun Rusya olduğu anlamını da çıkarmamak lazım. Zira seçtiğiniz tercih son çareniz ise sadece bir seçeneğe sahipsiniz demektir. Türkiye'nin yapması gereken birden fazla seçenek oluşturmaktadır.
Dış politikada realizmin derin kuyusuna girerseniz Machiavelli olmak zorundasınız. Biraz Machiavelli biraz Kant olayım derseniz yorulursunuz en önemlisi de yolunuzu bulamasanız. Hele hele Bismarckçılık oynayanları sakın dikkate almayın. Onların tek derdi oyun oynamak.
Türkiye bu krizi de atlatacaktır. Ama sonunda gemiyi hangi limana demirleyeceksiniz o daha da önemli. Bu kendi limanımız olacaksa sorun yok. Rusya'nın limanı ise kötü. ABD'nin limanı ise daha kötü. Hem Rusya hem ABD limanı olacak ise çok daha kötü.