Türkiye'nin PKK'ya yönelik Suriye'de gerçekleştireceği askeri operasyon çok bilinmeyeni olan bir denkleme benziyor. Askeri-operasyonel düzeyde düşmanın mahiyeti, niteliği ve kapasitesi dikkate alındığında kolay gibi gözüken harekât jeopolitik bir denklem içinde düşünüldüğünde ise karmaşıklaşıyor.
Bu noktada Türkiye'nin PKK'ya yönelik Fırat'ın batısı merkezli askeri hamlesini Rusya ve ABD'nin önce Suriye'ye daha sonra da Ortadoğu'ya yönelik stratejilerinin tam olarak neyi hedeflediklerini dikkate alarak analiz etmek gerekiyor. Jeopolitik rekabet bağlamında ele alındığında ABD'nin Fırat Nehri'nin doğusunda, Rusya'nın ise batısında bir nüfuz alanı kurma peşinde oldukları anlaşılıyor. ABD, PKK ile Fırat'ın doğusunda coğrafi olarak geniş bir alanda hem taktiksel hem de uzun vadeli stratejik bir ilişkiyi sağlamlaştırmaya çalışırken, Rusya ise PKK ile Fırat'ın batısında özellikle Afrin ve Tel Rıfat'ta daha muğlak ve açık olmayan bir ilişki modeli benimsemiş durumda.
Nihayetinde her iki güç de PKK ve ona müzahir silahlı ve siyasi grupları destekliyor ancak Moskova farklı olarak PKK'yı bir terör örgütü olarak tanımlamıyor. Bu durum Rusya'nın Suriye'deki PKK-PYD'nin siyasi ve askeri varlığına yönelik daha karmaşık denklemden bakmasına ancak ABD ile karşılaştırıldığında daha pragmatik bir politika benimsemesine neden oluyor. Bu durum büyük ölçüde PKK'nın asıl askeri/siyasi gücünü Fırat'ın doğusunda ABD ile birlikte konsolide etmiş olmasından ileri geliyor.
Ancak Rusya bu pragmatizmini Türkiye ile Suriye sorununun geldiği uzlaşının dağılmaması için sürdürüyor. Afrin hususunda Moskova'nın Ankara'ya "açık çek" verme noktasında yavaş ve çekingen davranmasının arkasında yatan gerekçe ise PYD'ye yönelik gelecek planlarını hala yedekte tutması. Nitekim geride kalan yıllar içinde Rusya açık veya kapalı olarak PYD ile birçok angajmana girdiği gibi -Moskova'da "siyasi büro" sağlamak dahil- örgütü çok taraflı siyasi müzakerelere davet etmek suretiyle hem ilişkisini sürdürdü hem de bu konuda Türkiye'nin tepkisini çekmeyi göze aldı. Ancak bu konuda Türkiye'nin politikasına yakınlık duyduğunu hiçbir zaman açık bir şekilde deklare etmedi.
Bugün gelinen noktada bu duruma ilişkin Rusya'nın daha net bir tavır takınmasına neden olacak birkaç gelişme yaşandı: İlki İdlib'in çatışmasızlık bölgelerine dahil edilmesiyle başlayan Türkiye'nin şehre intikal operasyonu ve gözlem noktaları oluşturarak radikalleri ılımlılardan ayırma süreci Rusya'nın istediği gibi ilerlemedi. Bu durumu fırsata çevirmek isteyen Suriye rejimi İdlib'de çatışmasızlık halini birçok defa ihlal ederken Moskova buna göz yummayı tercih etti. Burada Moskova'nın hedefi Soçi zirvesi öncesinde Ankara'nın masaya "zayıf bir muhalefet" grubuyla gelmesini sağlamaktı.
İkinci gelişme ise ABD'nin Fırat'ın doğusunda PKK'nın kontrol ettiği alanlarda ana çekirdeğini PKK'nın oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri ve yeni işe alım yoluyla gerçekleştireceği Sınır Muhafaza Birliği'nin (30 bin kişilik yeni bir ordu) kurulacağını ilan etmesiydi. Açıklamanın ardından ABD geri adım atan sinyaller verdi ve en son Dışişleri Bakanı Tillerson aracılığıyla meselenin "yanlış anlaşıldığı"nı ifade etti.
Rusya'nın denklemdeki yeri
Rusya'nın bu girişime tepkisi ise girişimin Suriye krizini daha da derinleştireceği ve birçok soru işareti barındırdığı şeklinde oldu. Kuşkusuz Moskova'nın tavrını şekillendiren temel saik Ankara'nın PKK konusundaki hassasiyeti değil ABD ile giriştiği rekabetti. Bu durumun Suriye'nin parçalanması ve Amerikan nüfuz alanının konsolide olmasına zemin hazırlayacağını bilen Rusya, Afrin meselesi üzerinden de Türkiye'ye benzer bir mesaj verme arayışına girdi. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov'un Afrin'e ilişkin "tek taraflı müdahale" vurgusunun bir tarafta Türkiye'ye diğer tarafta da PYD'ye bakan bir mesaj içerdiğini görmek gerekir. Dolayısıyla Rusya'nın Afrin'e yönelik Türk askeri müdahalesine "yeşil ışık" yakması (bunun hangi çerçevede gerçekleşeceği hala muğlaklığını korusa da) kısa vadeli bir yaklaşım olarak değil Suriye'nin geleceği konusunda Ankara'nın Moskova ve Tahran ile çalışma arzusunu ortadan kaldırmamak istemesinden. Yani Rusya Türkiye'yi Suriye krizinin çözümü bağlamında içerde tutmaya devam etmek istiyor fakat PKK'yı tamamıyla yok etmeyecek bir senaryo bağlamında Ankara'ya yeşil ışık yakma peşinde.
Anlaşılan o ki Afrin konusu Rusya ile Türkiye arasında çözülecek bir mesele olmaya devam edecek. Nitekim DEAŞ karşıtı koalisyonun sözcüsü tarafından yapılan açıklamada Afrin'in koalisyonun operasyon sahasında olmadığının vurgulanması ve meseleyi Türkiye ile Rusya arasındaki bir sorun olarak yansıtması yukarıdaki yorumu güçlendirir nitelikte. Fakat ABD'nin pozisyonundaki gelgitler saatler içinde değişiklik gösterebilir. En son Dışişleri Sözcüsü Ann Nauert'in, "Türkiye'yi böyle bir adım atmamaya çağırıyoruz... Herkes DEAŞ ile mücadeleye odaklanmalı" açıklaması Washington'ın bu konuda güvenilmez bir aktör olduğunu da gösterir nitelikte.
Peki Türkiye bundan sonra nasıl davranacak? Bu gerçekten önemli bir soru. Fırat'ın batısında PKK'nın varlığını hangi ölçüde hedef alacağı şimdilik belirsiz olsa da Türkiye'nin askeri hareketliliğinin Afrin üzerine yoğunlaşmış olması, PKK'nın öncelikle burada hedef alınacağını gösterir nitelikle. Ancak Türkiye için Fırat'ın doğusundaki PKK varlığı çok daha tehlikeli bir durum arz ediyor.
Türkiye'nin Rusya ile ABD arasında kendi PKK stratejisini hayata geçirmesi asıl bundan sonra başlayacak. Bu süreç hiç de kolay olmayacak. Türkiye askeri kararlılığını sahaya yansıttığı ve PKK ile mücadele stratejisini ne Rusya ne de ABD'ye bağlamadığı sürece bu stratejisinde hedeflediği amaçlara ulaşabilir.