Türkiye'nin S-400 kararına ulusal ve uluslararası ölçekte güvenlik ve savunma bürokrasisinden kamuoyuna değin farklı çevrelerden muhtelif itirazlar yükselmektedir.
Birinci itiraz siyasi ve ekonomik bir öngörüye dayandırılmaktadır. Enerjide Rusya'ya "bağımlı" olan bir Türkiye S-400 alımıyla birlikte güvenlik ve savunma alanında da bir bağımlılık oluşmasına sebep olacaktır. Dolayısıyla bu durum Türkiye'nin ulusal güvenliğini daha kırılgan bir yapıya kavuşturacaktır. Öte yandan bu durum zaten siyasi olarak "Batı kampından hızla uzaklaşan Türkiye"nin NATO ekseninde kurumsallaşan güvenlik şemsiyesinden de uzaklaşması anlamı taşıyacaktır.
Halbuki bu itirazın "kaygı" yaratacak ölçüde bir karşılığı olduğunu iddia etmek oldukça zordur. Zira Türkiye S-400 tedarik ederek hava savunma ağını kendi kontrol ve inisiyatifinde bulunacak ulusal bir platformla koruyacaktır. Kaldı ki Ankara yurt dışı hazır alım modeline dayanan bir füze savunma sistemi alma gaye ve çabasının ötesine geçerek Moskova ile askeri bir ittifak oluşturmuş da değildir. Dolayısıyla S-400 alımı Türkiye'nin ulusal güvenliğini kırılgan hale getirmek bir yana Batı ittifakının "siyasetsiz"liğinin ve dahası NATO'ya bağımlılığın bir sonucu olarak kırılgan hale gelen ulusal güvenliğinin önemli bir açığını kapatmış olacaktır.
İkinci itiraz ise NATO'yla ilişkilendirilen ve daha ziyade içerden yükselen bir kaygıya tekabül etmektedir. Esasında S-400 hikayesi Türkiye'nin ivedi savunma ihtiyaçlarını gerçek zamanlı ve yeterli seviyede karşılamakta gönülsüz ve temkinli davranan NATO üyelerinin tutum ve kararlarına istinaden gelişmiştir. Buna mukabil Ankara'nın bu refleksinin Türkiye-NATO ilişkilerini onarılmaz bir biçimde zedeleyeceği, Türkiye'yi İttifak'ın daha fazla periferisine yerleştirmek suretiyle "güvenilmez" bir müttefike dönüştürmesi ihtimalinden endişe edilmektedir. Ancak bu türden bir varsayım Türkiye'nin ne mevcut aşamada NATO nezdinde icra ettiği rolü ne de İttifak'ın gelecekteki stratejik misyonu itibarıyla kayda değer bir çıkarsama değildir. Zira Türkiye yükselen askeri gücü ve Ortadoğu'daki "yeni askeri aktivizm" siyaseti hasebiyle yaşamsal bir önemi haizdir.
Sonuncu itiraz ise askeri-teknik düzeyde olup, S-400 sisteminin fonksiyonu ve müstakil olarak kullanılmasıyla ilgilidir. S-400'ler alınsa dahi NATO'nun ortak hava savunma sistemine dahil edilemeyeceğinden, haiz olacağı teknik özelliklerin etkin bir şekilde kullanılmasının zor olacağı öne sürülmektedir. Müstakil bir sistem olarak kullanılması durumunda mevcut caydırıcılığının ne derece işe yaracağı ise ayrıca tartışılmaktadır. Savunma ve güvenlik uzmanı Merve Seren'e göre, "Eğer NATO'lu müttefikler T-LORAMIDS sürecinde Ankara'nın taleplerini karşılamakta diretmeyip uzlaşmaya yanaşmış olsalardı; ihalede ne teknik puantajlamada Çin birinci olurdu, ne de ihale iptal edilip T-LORAMIDS projesi şu anda Rusya'ya verilmiş olurdu." Seren'e göre Türkiye S-400'lerin NATO sistemine entegre edilmeyeceğini bilerek seçenekler arasındaki en elverişli fırsatı kullanmaktan yana bir tercihte bulundu. Her halükarda Türkiye'nin çevresinden kaynaklı tehditlerin çeşitliliği ve niteliği düşünüldüğünde teknik meselelerin çözümlenmesi milli olanaklarla daha mümkün gözükürken itirazların siyasi niteliğinin ne kadar ağır bastığı ortadır.
F-35 Tehdidi
Eleştirileri retorik boyuttan somut bir noktaya taşıyan isim ABD Hava Kuvvetlerinden Grant oldu Grant S-400 sistemleri alındığı takdirde "Washington'ın Türkiye'ye F-35 Müşterek Taarruz Uçağı satışını durdurabileceği yahut F-35 konusunda Türkiye'ye yaptırım uygulayabileceği" tarzında hayli çarpıcı yorumlarda bulundu. Bu aşamada Türkiye'nin beşinci nesil, tek pilot ve tek motorlu, hava-yer taarruzu, keşif, taktik, savunma gibi çok maksatlı bir savaş uçağı F-35 Programı'nın 9 katılımcısından birisi olduğu, bilahare toplam 120 adet F-35A tipi siparişi verdiği unutulmamalıdır. Keza Türkiye'nin F-35 kapsamında son derece hayati bir rol üstlendiği, 2018 itibarıyla Avrupa bölgesindeki tüm kullanıcılara ait yeni nesil savaş uçaklarının gövde ve motor ağır bakım ve onarım üssü olma hakkını elde ettiği göz önünde bulundurulmalıdır. İşte böylesine kritik bir pozisyondayken Türkiye'yi F-35 Programı'ndan soyutlama ihtimaline dair bir ses yükselmesi Washington ve Pentagon'un S-400'lerin Türkiye'ye konuşlanmasından ne kadar rahatsız olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Halihazırda Türkiye'nin F-35 ambargosuna muhatap kalan bir ülkeye dönüştürülmesi mümkün gözükmüyor. Ancak ilerleyen süreçte ABD'nin, Türkiye ile Fransız-İtalyan ortaklığından oluşan "Eurosam" konsorsiyumunun SAMP/T sisteminin üretim ve teknoloji transferi alanında müşterek çalışmak üzere imzaladıkları iyi niyet muhtırasına yönelik oyun bozucu bir hamlesi olabilir. Bu minvalde ABD, NATO'daki müttefikleri Fransa ve İtalya'ya diğer İttifak üyesi Türkiye'yle "süreci mümkün mertebe uzatın" şeklinde manidar bir mesaj iletebilir veyahut örtülü bir baskı devreye sokabilir. Zira Eurosam konsorsiyumuyla yapılan antlaşma sayesinde Ankara S-400'lerin müttefik topraklarında konuşlanmasından kaynaklı tedirginliği indirgerken hem NATO güvenlik şemsiyesi altında sorunsuz çalışacak bir hava savunma sistemine sahip olacak hem de ortak üretim ve teknoloji transferi konusunda daha kurumsal bir yol alacaktır. Böylece Ankara savunma sanayiindeki millilik ve özerklik politikasını da daha yerleşik ve sağlıklı bir şekilde hayata geçirme şansı elde etmiş olacaktır.
Kuşkusuz Türkiye'nin S-400 hamlesi salt Washington'da değil birçok Avrupa başkentinde rahatsızlık yaratmaktadır. Ülkeden ülkeye kaygıların sebepleri farklılaşmakla birlikte ortak nihai hedef Türkiye'yi S-400'leri almaktan vazgeçirmektir. Şayet bu mümkün gözükmüyorsa tedarik süreci tamamlandıktan sonra Ankara'yı "cezalandırmak" için her türlü fırsat kollanacaktır.
Türkiye Neden Haklı?
Türkiye'nin haklılığını temellendiren birçok gerekçe var. Halihazırda Türkiye'nin elinde herhangi bir yüksek irtifa uzun menzilli hava savunma füze sistemi bulunmuyor. Neredeyse tamamen taktik savaş uçaklarına (240 civarı F-16 savaş uçağı) ve kriz dönemlerinde müttefik yardımlarına dayalı hava savunma sistemlerine sahip Türkiye, Batılı müttefikleri ile arasında yaşadığı siyasi kırılganlığın kurbanı olmak da istemiyor. Öte yandan neredeyse tüm komşuları gelişmiş balistik ve seyir füzelerine sahip olan Türkiye bu tehditler karşısında savunmasını güçlendirmek için kendisini acil tedbir almak zorunda hissediyor. Türkiye her ne kadar bu ihtiyacını S-400 ile geçici olarak giderecek olsa da Avrupa ve NATO ittifak üyeleri ile askeri iş birliklerinden stratejik düzeyde uzaklaşacak bir politika da takip etmiyor. SAMP/T anlaşması bunun en önemli göstergelerinden biri olarak Türkiye'nin uzun vadeli savunma politikasının da bir parçasına dönüşmüş durumda.
Peki S-400 sistemi Türkiye için askeri rekabet alanında "oyun değiştirici" bir işleve sahip olacak mı? Bir ülkenin askeri kapasitesi birçok sistemin bir araya gelmesinden oluşuyor. Hava savunma sistemleri ise neredeyse bütün sistemlerin birleşmesinden oluşan bir kompleks niteliğinde. Türkiye eğer S-400'ü envanterine katarsa münferiden kullanılacağı için çeşitli teknik ve coğrafi etkenlerden dolayı seyir füzeleri gibi alçak irtifada uçan hedefler ve taktik balistik füzelere karşı etkinliği son derece düşük olacaktır. Dolayısıyla, S-400'lerin tek başına Türkiye için askeri sektörde oyun değiştirici bir işlev görmesini beklemek doğru bir yaklaşım olmaz. Ancak halihazırdaki hava savunma sistemindeki açıklar ve eksiklikler düşünüldüğünde Türkiye'ye caydırıcı bir üstünlük sağlayacağı kuşkusuz dikkate alınmalıdır.
S-400 askeri ihtiyaçların karşılanması için bir gereklilik olarak ortaya çıktı ve Türkiye'ye yönelik yakın tehditlerin caydırılması konusunda işlevsel bir rol üstlenecek ancak ABD başta olmak üzere Batılı müttefikler bu durumu "siyasi" bir mesele olarak ele alıyor ve stratejik düzeyde "endişe" duyuyor.
S-400 alımı Türkiye'nin çok işine yarayacak ancak Batı'nın ve ABD'nin bu aralar artan Rusya hassasiyeti karşısında Ankara'nın "sert bir mücadele"ye hazırlıklı olması gerekiyor.