Türkiye'nin coğrafya odaklı değerlendirmelere konu olan önemi sıklıkla dile getirilir. Genellikle üç kıtanın buluştuğu 'köprüye' benzetilen Türkiye, bu özelliğiyle fırsatlarla riskleri bir arada kucaklar. Türkiye'nin kültür ve tarih hamurunda birlikte yorulduğu Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Batı'nın 'Şark' problemiyken Türkiye'nin iz bıraktığı veya tesiri altında olduğu diyarlar. Öte yandan bu coğrafi uzanımı birbirine bağlayan Hazar, Karadeniz, Ege ve Akdeniz'de 'olan-bitenin' Türkiye için önemini anlatmaya gerek yok.
Böyle bir coğrafi dizilim doğal olarak olay serilerini birbirleri ile ilintili hale getiriyor. Kafkaslarda meydana gelen ufak bir hadise Ortadoğu'daki bir denkleme, Balkanlarda bir karışıklık Kuzey Afrika'daki dengelere etki edebiliyor. Hele Akdeniz gibi medeniyetlerin fay hatlarını bölen bir uzanım sadece bölgesele değil, küresele de vakum etkisi yaratabiliyor. O halde Türkiye'nin, ilan edilen 'yeni yüzyılı' çerçevesinde vizyonu, bu bölgelerdeki gelişmelere 'tabi' değil, bölgeyi şekillendiren bir güç olma istikametinde kurgulanması gerekiyor.
Şekillendirme 'vizyonunun' gerekleri öyle savuşturulacak bir konu değil. Birçok devletin el 'atmaya' çalıştığı ve terör örgütlerinin yuvalandığı bahse konu coğrafyada kapasite ve kabiliyet sorunu olmayan muktedir bir devlet olmak gerekir. Çünkü kendi başının çaresine bakmak, gerektiğinde sesini yükseltip diğerlerine 'hizaya gel' komutu vermek, bu coğrafyada ucuz ve kolay değil.
'Yeni yüzyılda' Türkiye, diğer devletlere bağlı ve bağımlı olmadan kendini çözümünü üretebilmeli; diğerlerini ikna edebilmeli, ikna olmayanlara dikte edebilmeli; son kertede masaya veya sahaya yumruğunu vurabilmeli. Bu hâl, aslında bir istek değil, zorunluluk! Keza coğrafya tökezlemeden sağlam durmayı, huzur için hazır olmayı gerektiriyor.
Böyle bir zorunluluğu anlamaya çalışırken sınırları daraltılmış yakın coğrafya için muhtemel senaryolar üretmek faydalı olabilir. Böylece Türkiye'nin neden ve nasıl 'hazır' olabileceği canlandırılabilir. Kanımca, üretilmesi gereken ilk senaryo da Doğu Akdeniz'de şahit olabileceğimiz gelişmeleri kapsamalı.
Doğu Akdeniz, diğer bölgesel öbeklerden farklı bir özelliğe sahip: birden fazla kriz aynı anda ortaya çıkabilir ve krizler birbirlerini tetikleyebilir. Ayrıca bölgenin enerji kaynaklarına yakınlığı ve demografik çeşitliliği bölgesel bir sorunu küresel kriz haline çevirebilir. Akdeniz kıyısına yakın bölgelerdeki gerginlikler bir anda kelebek etkisiyle hinterlanda yayılabilir. Tarih ve an birbirini kışkırtırken din ve fikir, ideoloji ve çıkar, ümmet ve millet kaos içinde birbirlerine meydan okuyabilir.
Doğu Akdeniz'de potansiyel krizler sadece Türk – Yunan rekabetinden ibaret değil. Öncelikle iç sosyal ve siyasal uyumsuzluklar var. Bunlar da bölgenin dağlanamayan sorunlarına çarpan etkisi yapıyor. Daha doğrusu iç sorunlarını yönetemeyen devletler dış sorunları 'ağrı kesici' bir çare olarak görüyor.
Örnek mi? Ekonomik çöküntü içinde IMF'ye 'sarılan' Mısır iç sosyal patlamalara karşı hassas. Doğal gaz umuduysa yatıştırıcı bir etki yaratıyor. Radikallikle ılımlılık arasına sıkışan siyasi yelpaze İsrail'de iç siyasi dağınıklığı artırıyor. Sık tekrar edilen seçimler de dış tehditlere karşı daha radikal olmayı gerektiriyor. Lübnan'da siyasi istikrar hayal ile gerçek arasında bir serap. Akdeniz'e uzak İran, Akdeniz'de yaratmaya çalıştığı 'dış mihrak' ile kendi iç istikrarını Suriye'de aramakta. ENOSİS ütopyasında kendini kaybeden Yunan – Rum ikilisi ne zaman bir seçim olsa Ortodoks milliyetçiliğine sarılmakta. Türkiye de bu radikalliğin hedefi olmakta. Libya'daki toplumsal bölünmüşlük ve siyasi dağınıklık akut bir hal almış durumda. Ürdün'de taht kavgaları ise sürpriz değil. Suriye'yi konuşmaksa lüzumsuz.
Doğu Akdeniz için sayılan konu başlıklarından her biri başlı başına bir karmaşa. Ancak bölgeye müdahil olan 'büyük' devletler bu karmaşayı yatıştırmak yerine, kaşımayı tercih ediyor. Türkiye'ye karşı tacizkâr tavrını, aldığı dış desteğin artmasıyla, uç noktaya taşıyan Yunan – Rum ikilisini ABD ve Fransa'nın askerî üslenme ve silah satma emellerine hizmet ediyor. Doğu Akdeniz'de Rusya, ABD ve Avrupa devletlerinin önemli bir deniz gücü devriye dolaşıyor. Geçtiğimiz günlerde CIA Başkanı Bill Burns aniden Libya'yı ziyaret ediyor ve meşru-gayri meşru kim varsa görüşüyor. Mısır, tek taraflı bir kararla Libya'nın münhasır ekonomik bölgesine doğru genişlemeye teşebbüs ederken 'büyük' devletler sessizlik içinde. Rusya, Suriye yanında Libya'da da Wagner'i aktif bir şekilde hazır tutuyor. Bu listeyi uzatmak mümkün…
Böyle bir karmaşanın kaosa dönme olasılığı yüksek. Güvenliğin kırılgan olduğu Doğu Akdeniz coğrafyasında küresel oyuna tabi olmak yerine olayları şekillendirmek için Cumhuriyetin ikinci asrında dikkatli olmak gerekiyor. Tabi daha önce sayılan Balkanlar, Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu gibi coğrafyaların pimi çekilmiş sorunlarını da dikkate alarak. Tabii, devlete kaynak olan toplum, yön veren siyaset, güç veren ekonomi, hareket veren asker gibi tüm dinamiklerin 'huzur için hazır' olması kaydıyla…